Millet Meclisi 2 Mayıs 1999 tarihi itibariyle olağandışı, hatta görenleri şoke edici zincirleme hadiselere sahne oldu.
Yeni seçilen milletvekilleri için 2 Mayıs günü Millet Meclis'inde "yemin töreni" yapılıyordu.
Herkes, biri Fazilet Partisinden (FP), diğeri MHP'den seçilen başörtülü iki kadın milletvekilinin durumunu merak ediyordu: "Acaba, Meclis'te başörtülerini çıkaracaklar mı, çıkarmayacaklar mı?" diye...
Yemin merasiminin yapıldığı esnada Meclis'e başı açık şekilde gelen MHP'li Nesrin Nas'tan sonra FP'li Merve Kavakçı'nın durumu merak ediliyordu.
İlerleyen saatlerde, aynı partinin bir diğer kadın üyesi Nazlı Ilıcak'la birlikte Meclis'e gelen Merve Kavakçı'nın başörtülü olduğu görüldü.
İşte, tam da o esnada öylesine bir gerilim havası pompalandı ki, herhalde dünyanın hiçbir parlamentosunda eşi benzeri görülmüş değildi.
Seçimde birinci parti olma şansını yakalayan Bülent Ecevit liderliğindeki DSP'li milletvekilleri, Meclis salonunda başörtülü bir milletvekilini görmeye dahi tahammül göstermeyerek adeta bir kızılca kıyameti kopardılar. Toplu halde ve yüksek sesle Kavakçı'yı protestoya başladılar. Onun derhal dışarı çıkmasını avaz avaz bağırıp durdular.
Derken, aniden kürsüye çıkan Bülent Ecevit, dünya durdukça unutulmayacak derecede kin, öfke ve nefret kusan bir konuşma yaptı. Özetle, "Burası devlete meydan okunacak yer değildir" dedi ve ekledi: "Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!"
Oysa, orası Millet Meclisi idi ve oraya gelen başörtülü hanım da milletin iradesiyle seçilip gelmişti.
Dolayısıyla, orada devlete değil, ancak milletin iradesine karşı meydan okundu ve neticede Merve Kavakçı da Meclis'ten çıkma mecburiyetinde bırakıldı.
İş bu kadarlıkla da bitmedi. Bu seçimde baraja takılan ve Meclis'e giremeyen CHP ile DSP'li bazı vatandaşlar Meclis'in kapısına kadar topluca gelerek RP'li Kavakçı aleyhinde protesto gösterisinde bulundu.
İşte bu fevkalâde tarihî hadise, aynı zamanda "laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle aleyhinde dâvâ açılan Fazilet Partisinin kapatılmasına da kuvvetli bir gerekçe teşkil etti.
İşte, bu partinin kapatılması istemiyle dâvâ açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın hazırlamış olduğu iddianâmede yer alan konuyla ilgili ifadelerinin kısacık bir bölümü: "18 Nisan 1999 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinden önce, annesi türbanını çıkartmadığı için bir kamu kuruluşundan uzaklaştırılmak zorunda bırakılmış, kendisi de türbanlı ve 'hiçbir zaman ve hiçbir yerde türbanını çıkarmayacağını' her zaman söyleyen Merve Kavakçı adlı hanım, Fazilet Partisi yöneticileri tarafından seçilebilecek biryerden önce milletvekili adayı gösterilmiş. Başta Recai Kutan olmak üzere Fazilet Partisinin tüm yöneticileri Merve Kavakçı'nın hem Meclis'te türbanlı olarak yemin edebileceğinin, hem de Meclis çalışmalarına türbanlı olarak katılabileceğinin propagandasını yapmaya başlamışlardır."
Bu ve benzeri delilleri sıralayan Vural Savaş, iddianamesini şu sözlerle noktalıyor: "Bütün bu delillerin, Fazilet Partisinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiğini kanıtlayacağına inancımız tamdır."
Aynı gerekçeyle daha evvel Refah Partisini kapatan Anayasa Mahkemesi, Fazilet Partisini de kapattı. Bu partinin yerine bilâhare Saadet Partisi kuruldu.
Mâkul ve inat
Birbirine mânâ ve mahiyetçe zıt iki tâbir: Mâkul ve inat.
Birbiriyle inatlaşarak mâkulü yakalamanın, mâkul bir noktada buluşmanın imkânsızlığını aklı başında olan hemen herkes bilir.
İşte, bu iki tâbir 1 Mayıs günü yaşanan olaylara damgasını vurdu: Taraflar, adeta inatlaşarak mâkulu bulmaya çalıştı.
Ancak, olmadı. Esasında, mâkulü bulmak mümkün de değildi.
İşçi sendikalarının temsilcileri, 1 Mayıs kutlamalarının büyük bir miting ve gösteriyle Taksim Meydanında yapılmasında son ana kadar ısrar ve hatta inat edip durdu. Buna kesinlikle izin verilmeyeceğini anlayınca da, hiç olmazsa "makul bir kalabalık" ile meydana gitmeye razı oldu.
Günlerce devam eden inat ve ısrarın arkasında yatan ana sebep, Taksim Meydanı'nı tıpkı 32 sene önceki gibi sırf ideolojik bir gösteriye sahne yapmaktı. Bunun da emek bayramıyla, işçi günüyle, yahut işçi haklarıyla hiçbir alâkası yoktur.
Tabiî, o tarihte yapılan kanlı saldırıyı hiçbir şekilde tasvip etmek mümkün değil. Ancak, günlerdir sürdürülen Taksim inat ve ısrarının yol açtığı gerginliği ve provokasyon fırsatçılığını da kulak ardı etmemek gerekir.
İşte, yer yer polisle çatışmayı netice veren gerilim, ne yazık ki sendika temsilcilerinin günlerdir pompaladığı bu kör inat ve ısrarından büyük ölçüde beslendiğini kamuoyu da görmüş ve anlamış bulunuyor.
Umarız, daha sonraki yıllarda inatlaşmanın olmadığı bir makul yol bulunur da, bu tür gerilimler yaşanmaz.
02.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|