Adamın biri New York, Central Park’ta yürüyüş yaparken, kuduz bir köpeğin küçük bir kıza saldırdığını görür. Hemen müdahale eder ve köpekle boğuşmaya başlar. Uzun bir uğraştan sonra, yara bere içinde kalsa da köpeği öldürür. Küçük kızın hayatını kurtarmıştır.
Son anda bu sahneyi gören polis nefes nefese gelir. Sarılıp teşekkür ettikten sonra, “Sen bir kahramansın, göreceksin yarın bütün gazeteler seni yazacak ve başlık da şöyle olacak: “Cesur New York’lu küçük kızın hayatını kurtardı!” Adam “Ama ben New York’lu değilim!” der. Polis “Fark etmez, bu durumda, “Cesur Amerikalı küçük kızın hayatını kurtardı!” diye manşet atarlar. Adam, “Ben Amerikalı da değilim!” der. “Ya, o halde nerelisin?” diye sorar şaşkınlıkla. “Iraklıyım!”
Polis adama başka bir şey söylemez, geçer, gider. Adam ertesi gün gazeteleri aldığında şöyle bir başlıkla karşılaşır: “Radikal İslâmcı, masum Amerikan köpeğini öldürdü!”
***
Çarpıtmacı Amerikan basını böyle de Amerikandan daha Amerikacı yerli basın farklı mı?
Müftünün koyunu çalınır, “Müftü koyun çaldı!” diye manşet atar. Başörtülü her türlü zulme ve işkenceye maruz bırakılır, üniversiteye sokulmaz:
“Başörtülüler kanunları çiğnedi!” diye lanse edilir.
***
Dedikodu, iftira, gıybet ve dış mikraklar hesabına siyasetçilerimizi yıpratma kampanyalarına karşı tavrımız ne olmalı? İşte çizilen İlâhî rota:
“Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın mü’minlerin, kendi vicdanları ile hüsn-ü zanda bulunup da: ‘Bu, apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?”1
Hakkın yerini bulması için, kim olursa olsun haklarında doğru şahitlik yapmak emir ve ibâdettir.
“Ey imân edenler! Adalet üzere olun ve Allah için şahidlik edin. Kendi aleyhinize veya anne ve babanızla akrabalarınızın aleyhine olsa bile. Hakkında şahidlik ettiğiniz kişi, zengin de olsa, fakir de olsa doğruluktan ayrılmayın. Çünkü ikisini de Allah sizden daha iyi gözetir.”2
Bediüzzaman’ın, bu mevzu dahil, her meselede işimize yarayacak, dünya çapında bir ölçü verir:
“Hiçbir müfsid ‘Ben müfsidim’ demez. Dâima suret-i haktan görünür, yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ‘Ayranım ekşidir.’ Fakat, siz mihenge vurmadan almayınız. Zirâ, çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz! İşte size söylediğim sözler hayâlin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbte saklayınız, bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”3
Bediüzzaman kendisinin mihenge vurulmasını istiyor! Şu halde, Ahmed’i, Mehmed’i, Hasan’ı, Hüseyin’i, filân âlimi, falan zâtı, siyasetçiyi, politikacıyı neden mihenge vurmayalım ki?
***
Acaba şimdiye kadar desteklediğimiz kişi, eğer demokrat misyona aykırı hareket ediyorsa, eski sözleri ile, yeni söylemleri biribirine zıt ise ne olacak?
Evvela, insan hatadan hali değildir. Bediüzzaman şahıslara bakmaz; düşünce ve misyonlara bakar.
Saniyen, istikametle giden bir insan bir müddet sonra yolunu şaşırabilir. Meselâ, usta bir şoför, son zamanlarında eli titrer, sık sık kaza yapıyorsa; elbette şimdiki hali, geçmiş dönemi bağlamaz. Böyle olduğu ancak mihenge vurularak anlaşılır. Yoksa, “Müfsidlerin” veya bilmediği halde “ifsat edenlerin” sözlerine kanarak, aldanarak değil!
Dipnotlar:
1- Kur’ân, Nûr, 12.; 2- Age, Nisâ, 135.; 3- Münâzarât, s. 48-49.
01.05.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|