Genelkurmay Başkanı burada, Başbakan Erdoğan nerede?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ konuşmayı seviyor. Yine uzun uzun konuştu. Üstelik kendi koyduğu zaman sınırlamasını da aşarak tam iki buçuk saat konuştu.
Askerlikte böyledir. Komutan konuştu mu dinlersin çaresiz. Emir demiri keser çünkü... Ama ya sivil hayatta, hele ‘gazeteci milleti’nin önünde böyle uzun uzun konuşmak olur mu?
Olabilir bu da.
Hâzırun(*) biraz da uysal havadaysa konuşabilirsin. Genelkurmay Başkanı neredeyse her topa girdi. Arada bir gerildi, sinirlenir gibi oldu. Ama genelde yüz çizgilerini yumuşak tutmayı, hatta güler yüzlü kalmayı başardı.
Harp Akademileri’ndeki gibi dün Genelkurmay’da da bazen başöğretmen edası takındı. Bazen eski deyişle mâlûmatfüruşluk, yani bilgiçlik de tasladı.
Askerler “Biz her şeyi biliriz!” tavrını severler. Özellikle siviller karşısında...
Başbuğ Paşa, bir noktayı hep vurguladı:
Demokrasi ve hukuk devleti...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokratik rejime ve hukukun üstünlüğüne bağlı ve saygılı olduğunu, farklı düşünen çıkarsa bünyelerinde barındırmayacaklarını belirtti.
Bu bir ‘genel doğru’ydu.
Ama yine de, bu noktanın bu kadar çok tekrarlanmasında olumlu bir mesaj, iyiyi amaçlayan bir değişim sinyali yok denemezdi.
Bu yüzden ben Genelkurmay Başkanı’nın demokrasi ve hukuk devletine ilişkin saygı ve bağlılık sözlerini önemsemedim değil. Asker içinde bir şeyleri ‘iyiye doğru’ değiştirme niyeti olarak algıladım.
Gerçek mi, özlem mi? İngilizce deyişle, ‘wishful thinking’ mi?
Olabilir.
Ancak şuna dikkat etmekte yarar var. Genelkurmay Başkanı iki buçuk saat boyunca daha çok savunmadaydı. Savunmayı da demokrasi ve hukukun üstüne oturtmaya gayret etti.
Bu nokta göz ardı edilmesin.
Genelkurmay Başkanı olarak kendi kamuoyu var, Türk Silahlı Kuvvetleri kamuoyu var. Bir komutan olarak askerdeki bu ‘iç dengeleri’ görmezden gelemez. Hele basın toplantısından saatler önce asker tam on şehit vermişse...
Evet, Başbuğ Paşa hukuk dedi.
Demokratik rejim dedi.
İyi güzel ama uzun basın toplantısının içeriği, demokrasi ve hukuk devletiyle ne denli uyumluydu?
Birçok açıdan uyumlu değildi.
Değindiği konular öncelikle hükümeti ilgilendiriyordu. Başbakan’ı, Dışişleri Bakanı’nı, Savunma Bakanı’nı, Adalet Bakanı’nı ilgilendiriyordu.
Aftı, eve dönüştü, bedelli askerlikti, Irak’tı, Irak’ın Kuzeyi’ydi, Afganistan’dı, Pakistan’dı, Suriye’ydi, Türkiye-Ermenistan ilişkileriydi, Azerbaycan’dı, soykırım tarifiydi, Avrupa Birliği’ydi, DTP’ye bakıştı, bütün bu konularda ve kamuoyu önünde söz hakkını böylesine kullanmak, demokrasilerde bir tek seçilmiş siyasi otoriteye, yani hükümete aittir.
Başbuğ Paşa sınırı yine aştı.
Sanki iktidar odağıydı.
Sanki iktidar ortağıydı.
Başka şeyler de var.
Silah ve mühimmata ilişkin açıklamalarının pek öyle doyurucu olduğu söylenemezdi. Ergenekon davasında hukuk devleti derken kendisi bunun sınırlarını aştı, taraf oldu.
Türkiye’nin AB yolunun ‘Atatürk yolu’ olduğunu söyledi. Arkasından hemen ekledi:
“Ama...”
‘Ama’sı ne miydi?
AB’nin Türkiye’den ulus-devlet ve üniter devlet konularıyla ilgili taleplerde bulunmaması...
Durun burada.
Türkiye’nin 1963’ten beri ortaklık ve adaylık ilişkisi içinde bulunduğu AB’nin barış projesi, ‘ulus-üstü’ yapıları öngörmüyor mu? Zaman içinde bir ‘egemenlik devri’ni öngörmüyor mu? Tek para birimi euro dahil birçok alanda bu devir başlamadı mı?
İnsanlığın başını özellikle Avrupa kıtasında kaç kez savaşlarla belaya sokmuş olan milliyetçilik illetinin ancak ‘ulus-devlet’lerin aşılarak, ‘ulus-üstü yapılar’la tedavi edilmesini öngören bir barış projesi değil mi Avrupa Birliği?
Başbuğ Paşa, askerin o klasik söylemini yineleyerek, “AB’den yanayız ama özel koşullarla...” diyerek ipe un sermeye devam ediyor. AB’nin birinci sınıf demokrasisi ile hukuk devleti askeri tedirgin ediyor çünkü.
“AB bizi böler!” korkusu bu.
Ya da ‘demokrasi korkusu...’
Oysa asıl bu korkunun ta kendisidir, bugüne kadar Türkiye’yi daha beter bölünme ve istikrarsızlık tehlikesiyle karşı karşıya getiren, getirecek olan...
Dün sabah şehit olan askerlere benim de içim yanıyor. PKK’nın silah, şiddet ve terör eylemlerine ben de karşıyım.
Ama şunu da biliyorum.
Türkiye eğer Kürt sorununu silah ve şiddetten arındıracaksa, dağın yolunu kesmek ve dağdakileri indirmek zorundadır.
Bunun için hiç vakit geçirmeden bir yandan ‘ovada siyasetin yolu’nu açacak -af ya da eve dönüş dahil- yasal düzenlemeleri yapmak, öte yandan da DTP’yi dışlamamak, DTP’yi PKK’lılaştırmaktan özenle kaçınmak gerekiyor.
Başbuğ Paşa bu açılardan ne yazık ki yanlış bir rotada. Hem dağdan indirme, hem de DTP konularında hatalı bir yolda...
Ama Genelkurmay Başkanı burada...
Peki Başbakan Erdoğan nerede?..
Böyle basın toplantıları düzenleyip, gazeteci milletinin karşısına çıkıp milleti neden aydınlatmıyor?
Demokrasilerde genelkurmay başkanlarının işi değil ki bu!
———————————
* Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te hâzırun sözcüğünün karşısında “Hazır olanlar, bir yerde bizzat bulunanlar” diye yazar.
Milliyet, 30.4.2009
|
Türkiye havanda su dövmüş!
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un haftalar önce ilan edilen “İletişim Toplantısı” dün gerçekleşti. İki buçuk saat süren ve televizyonların canlı yayınladığı toplantıda Başbuğ’un en can alıcı açıklaması “darbe” konusunda oldu. “Oramiral Özden Örnek’e ait darbe günlüklerinden hareketle veya başka nedenlerle TSK içerisinde bir darbe soruşturması açıldı mı?” sorusuna Başbuğ, şok bir cevap verdi.
Türk medyası ve aydınlarının Nokta dergisinin günlükleri kapağına taşıdığı süreçten bu yana iki yıldır “havanda su dövdüğü”nü ortaya koydu.
“TSK bünyesinde mevcut demokratik muhalif kimse faaliyette bulunamaz ve barınamaz” diyen Genelkurmay Başkanı, “TSK bünyesinde böyle bir sorun yok. Bu soruna yönelik araştırma ve inceleme ihtiyacı da yok” dedi. Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, 12 Nisan 2007’de günlüklerle ilgili söylediği, “Elimizde bu konuya ilişkin hiçbir belge yok” sözlerini tekrarladı.
Oysa Örnek Paşa’nın günlüklerinin gerçek olduğu, Nokta’ya açtığı davayı kaybetmesi ile tescil edilmişti.
Yine Ergenekon sanıkları emekli Orgeneral Şener Eruygur ve emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’de darbe çalışmalarını gösteren notlar ve slaytlar ele geçirildi.
Bunlara son olarak gazeteci Mustafa Balbay’ın da günlüğü eklendi... Bu dört ayrı delil de birbirleriyle çelişmiyor. Aksine birbirini ve süreci teyit ediyor.
Ergenekon savcılarının dışarıdan ulaşabildikleri bütün bu bilgi ve belgelere, askeri savcıların kurum içerisinde ulaşamamış olması şaşırtıcı.
Yine Başbuğ konuşmasında Ergenekon savcılarının söz konusu darbe girişimi ile ilgili bulguları İkinci İddianame’de belirtildiği gibi “tefrik” ederek kendilerine göndereceğini, sabırla beklediklerini kaydetti.
Ama Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök’ün Ergenekon savcıları tarafından geçtiğimiz hafta tanık olarak dinlenmesine “tefrik edileceği söylenen bir konuda soruşturmanın derinleştirilmesi” nedeniyle sitem etti.
Peki Ergenekon savcıları ile görüşmek için bile askeri adli makamlardan görüş alan Orgeneral Özkök’e, askeri savcılar neden bu güne kadar “Neler yaşandı? Gerçekten darbe girişimini önlediniz mi?” diye sorma gereği duymadı... “Belge yok” açıklaması, demokrasiye saygı ve hukukun üstünlüğüne bu kadar çok vurgunun yapıldığı bir basın toplantısına hiç yakışmadı.
Türkiye iki yıldır boşu boşuna “sözde” darbe girişimini tartışmış!
Bugün, 30.4.2009
|
Asker bu kadar konuşmamalı
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, dün bir “bilgilendirme toplantısı” yaptı.
Güncel konularla ilgili olarak merak edilenlere açıklık getirdi, Türk dış politikasıyla ilgili görüşlerini belirtti. Orgeneral Başbuğ’un konuşması ile ilgili yorumları dün gün boyunca televizyonlardan izledim.
Açık kaldığını düşündüğüm bir konuya da ben değinmek istiyorum.
Bir soru ile başlayayım: Demokratik bir ülkede, en üst düzey komutanların gazetecileri toplayıp, günlük olayları değerlendirmesi rastlanan ve normal karşılanan bir durum mudur?
Yanıt çok açık: Hayır, böyle bir durum olağan sayılmaz.
Son günlerde ikinci derecede bir askeri bölgede ortaya çıkan silahlar ile ilgili olarak elbette TSK’nın bir açıklama yapması gerekiyordu. Ama bunu yapması gereken ordunun en yüksek komutanı değil, basına açıklama yapmak için özel olarak yetiştirilmiş daha alt düzeyde bir subay olmalıydı. Onun dışındaki konular ise askerin kamuoyuna görüşlerini açıklayabileceği konular değildi. Suriye-Türkiye sınır tatbikatı ile ilgili olarak İsrail’in tavrına yanıt vermek de, Ermenistan ile ilgili konular da bu kapsamda değerlendirilmeli.
Askerin bunu anayasal çerçevede konuşabileceği yer Milli Güvenlik Kurulu’dur.
Bu konudaki görüşlerini o zeminde dile getirir, gerekli uyarıları o zeminde yapar.
Demokratik bir ülkede kurumların şeffaflığı önemlidir.
Ancak “şeffaflık”, her konuda görüş açıklamak anlamına da gelmemelidir.
Genelkurmay Başkanı’nın, demokratik rejim üzerinde asker vesayeti görüntüsünden hoşlanmadığını, TSK’nın demokrasiye bağlılığından kuşku duyulmamasının bilinmesini istediğini biliyoruz.
Bu imajı yaratan önemli hususlardan biri de askerin her konuya müdahilmiş gibi görünmesidir, hatırlatmak isterim.
Hürriyet, 30.4.2009
|