Emek ile sermâye nasıl barışır?
Şu âlemin ihtilâli nedir?”
“Sa’yin sermaye ile mücadelesidir.”
“Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?”
“Evet, vücub-i zekât ve hurmet-i riba, karz-ı hasen şerait-i sulhiyedir. Şu riba taşını altından çeksek, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir.”
Eski Said Dönemi Eserleri, Rumuz, s. 513
***
Arkadaş! Heyet-i içtimâiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden zekât ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekât ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilâl sadaları, haset bağırtıları, kin ve nefret vaveylaları yükselir. Kezalik, yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 49, (yeni tanzim, s. 79)
***
İşârâtü’l-İ’câz’da ispat edildiği gibi, bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin mâdeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir.
Birinci Kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne.”
İkinci Kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.”
Evet, hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede havâs ve avâm, yani zenginler ve fakirler, muvâzeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvâzenenin esâsı ise, havâs tabakasında merhamet ve şefkat; aşağısında, hürmet ve itaattir.
Şimdi, birinci kelime havâs tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir; ikinci kelime avâmı kine, hasede, mübârezeye sevk edip, rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selb ettiği gibi; şu asırda, sa’y, sermâye ile mübâreze neticesi, herkesçe mâlûm olan Avrupa hâdisât-ı azîmesi meydana geldi.
İşte, medeniyet, bütün cemiyât-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedid inzibat ve nizâmâtıyla, beşerin o iki tabakasını musâlâha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedâvi edememiştir. Kur’ân, birinci kelimeyi esâsından vücûb-u zekât ile kal’ eder, tedâvi eder; ikinci kelimenin esâsını hurmet-i ribâ ile kal’ edip, tedâvi eder. Evet, âyet-i Kur’âniye, âlem kapısında durup, ribâya “Yasaktır!” der. “Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız!” diyerek, insanlara ferman eder. Şâkirdlerine, “Girmeyiniz!” emreder.
Sözler, s. 373, (yeni tanzim, s. 661)
LÜGATÇE:
vücûb-u zekât: Zekâtın vâcib, şart oluşu.
hurmet-i ribâ: Fâizin haram oluşu.
karz-ı hasen: Güzel borç, faizsiz verilen borç.
şerait-i sulhiye: Barış şartları.
riba: Faiz.
kasr: Saray.
sa’y: Gayret, çalışma, emek.
heyet-i içtimâiye: Sosyal şekillenmeler.
havas: Mârifet ve yaşayışça üstün olan, üst tabaka.
avam: Sıradan biri, fakir halk tabakası.
hatt-ı muvasala: Kavuşma hattı.
muavenet: Yardım, yardımlaşma.
müraat: Uyma, riayet etme.
sıla-i rahim: Akrabayı ziyâret etme, alâkayı devam ettirme.
ihtiram: Hürmet, saygı gösterme.
ihtilâlât-ı beşeriye: Beşerdeki ihtilâller.
ahlâk-ı seyyie: Kötü ahlâk.
hayat-ı içtimâiye-i beşeriye: Beşerin sosyal hayatı.
muvâzene: Denge.
mübâreze: Çekişme, çarpışma.
|