Bir iki cılız sesi bahane ederek yazımızın başlığına itiraz edileceğini biliyoruz. Bu cihanşümûl felâketin bize hediye olarak sunacağı en önemli dersin geçiştirilmesine sizin de gönlünüz razı olmaz. Hadisenin asıl iskeletini ihmal ve yan unsurlar üzerinde yoğunlaşmanın insanlığa fayda getirmeyeceğini görmek zorundayız.
İsrafın, tüketim çılgınlığının, dizginlenmeyen hırsın, dünya kaynaklarının cehaletle yağmalanmasının, hazcılıkla insanın yuvarlandığı çukurun, modern sömürgeciliğin ve savaşın menfîliklerine hizmet eden ahlâksızlığın bu kriz vesilesiyle az-çok gündeme taşınması güzel olmuştur. Fakat bütün bunlar, söz konusu mâlî felâketin ne asıl sebebini, ne de çaresini bize bildirmiyor.
Bediüzzaman Hazretleri, Birinci Dünya Savaşında, cephede kaleme aldığı İşârâtü’l-İ’câz isimli tefsirinde ve daha sonra Kur’ân’ın mû'cizelerinin hayata akışını ifade ettiği Sözler ismindeki tefsirinde, gelmiş ve gelecek bütün krizlerin sebep ve çaresini yarım sayfadan azıcık fazla bir tek sahifede ortaya koymuş. Önce çareyi, sonra da sebebini izah ettiği İşârâtü’l-İ’câz’da, “Eğer tarihî bir nazarla sahife-i âleme bakacak olursan ve o sayfayı lekelendiren beşerin mesâvisine (günahlarına), hatalarına dikkat edersen, heyet-i içtimâiyede görünen ihtilâller, fesatlar ve bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.
“Birisi: ‘Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!’
“İkincisi: ‘Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim.’
“Âlem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekâttır.
“Nev-î beşeri umumî felâketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevk edip terakkiyâtı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır” diyor Said Nursî Hazretleri…
1993 Almanya baskılı Sözler kitabının 373. sayfasında, Bakara Sûresindeki 43 ve 275. âyetleri tefsir ederken, bu mânâyı, Kur’ân medeniyeti ile felsefe medeniyetleri muvazenesinde ele alan Bediüzzaman Hazretleri, sosyal hayata barışı getiremeyen Avrupa medeniyetinin hatalarına Kur’ân’la cevap veriyor.
Şu daracık çerçeveye, sosyal barışın olmazsa olmaz şartı olan zekâtın hikmetiyle, iç çatışmaların birinci sebebi faizin içtimâî saadeti öldüren ne denli bir illet olduğu hususları elbette sığışmaz. Fakat hakikati arayanlar, bu iki prensibin, bilhassa Müslümanlarca bayraklaştırılarak küresel biçimde dalgalandırılmasını bekliyorlardı.
Hıristiyanlık âlemi, imkânı nisbetinde faize vurguda bulundu. XVI. Benedikt’in beyânâtları ile Vatikan adına çıkan bazı makalelerde, İslâmın hayatî vurgusuna yetişilemese de, bu hususlar seslendirildi. Hıristiyanlık dininde zekâtın farz olmayışı ve dinin pratiğini oluşturan baş esaslar arasına girmeyişini de bu arada unutmamak gerekiyor.
Yukarıda arz ettiğim gibi asıl vurguyu, insanlık Türkiye’den ve İslâm âleminden bekliyordu. Zekât müessesesinin ehemmiyeti, zamanımızın felâketlerinden bağımsızca yazılıp çizilince, hayal ve idrakler ara ara nostalji fırtınasına tutuluyor. Tahribe sebep olan faizle birlikte, çare olarak faizin haramlığının ve zekâtın ele alınması meselesi, ilk olarak Bediüzzaman’la gündeme geliyor. Elhak, zekât ve sadaka temelleri üzerinde yükselen milyonlarca eserin İslâm coğrafyasını süslediğini Avrupalı araştırmacılar da itiraf ediyorlar. Fakat asıl olan, günümüz dünyasını sarsan ve insanı köleleştiren faiz illetinin sebep olduğu felâketin “biricik reçetesi” olarak faizin haramlığını, zekât ve sadakayı insanlığa takdim etmektir.
Ailenin korunmasından sosyal barışa, hatta dünya barışına kadar hizmet edecek bir projenin âcilen hazırlanmış olması gerekliydi.
Türkiye Diyaneti’nin, ilâhiyatçıların ve dinî cemaat temsilcilerinin “faiz” karşısında dik duramamaları, azıcık “Kemalizm diktatörlüğüne” bağlanabilir. Buna rağmen kıymetli araştırmacı ve hocalarımızdan, ehl-i mektep olan, Avrupalı, faiz karşıtı yazarlar kadar hamiyet beklemek hakkımız olsa gerek.
Artık Türkiye’de ve İslâm âleminde faizsiz müesseseleri “veri tabanı” esas alarak krize Kur’ânî ve Peygamberî açıdan yaklaşacak araştırmacılara ihtiyaç şiddetleniyor. Her meselesini zaman içinde “Avrupa felsefesine” kabul ettiren Kur’ân’ın bütün hüküm, tavsiye ve mesajları hak olduğuna göre, çekinmeye ve tedirgin olmaya hiç gerek kalmıyor.
Küresel krizin sebep olduğu ağır yüklerin altında fukara insanların daha fazla ezilmesine, insan olarak karşı çıkmak isteyenlere, Bediüzzaman Hazretleri reçeteyi yaklaşık bir asır önce takdim etmiş.
Artık ne doğunun, ne de batının bahanesi kalmıyor. Yeter ki, iğfallerle, dezenformasyon ve yalan sloganlarla ortalığı birbirine katmaya çalışan “modern Bolşeviklere” karşı uyanık olalım. Kur’ân’ı dinlediğimiz takdirde gerisi gelecektir.
01.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|