Bir mahallede yangın çıksa onu hemen şehir duyar. Dehşet ve büyüklüğüne göre radyo ve televizyon haberlerinde yer alır, itfaiyeciler hemen harekete geçerler.
Böylesi yangınlarda genelde mal, bazan da can kaybı olur. Ama bu maddî kayıp inanan insanlar için bütün bütün zarar olmaz, rahmete vesile olur. Çünkü kül olup giden malları sadaka hükmüne geçer, zayi olan canları ise şehitliğe yükselir.
Bir de mânevî yangınlar vardır. İnsanların mânevî hayatlarını; inançlarını, insanî değerlerini, ahlâk ve faziletlerini mahveden mânevî yangınlar… Bir insanın dinden, imandan kopup anarşiye, ahlâksızlığa kayması maddî zayiâtlarla kıyas edilmeyecek kadar büyük mânevî yangın ve bir kayıptır.
Bu yangının, kayıbın farkına ancak bu değerlerin önemini bilenler varır.
İşte az bir zamanda Risâle-i Nur’a pek çok faydası dokunan ve on seneden beri Risâle-i Nur’a çalışmış gibi haslar dairesine giren Safranbolu kahramanlarından Mustafa Osman bunlardan biridir. Onun, Emirdağındaki kardeşlerine, bir yangın münasebetiyle geçmiş olsun makamında yazdığı bir mektup var. Nev-î beşer yangınından bahsettiği ve bizzat Üstad tarafından Risâle-i Nur’da kaydedilen güzel bir mektup bu. (Tarihçe-i Hayat, s. 431.) Bu makalemizde biz bu mektuptan bazı anekdotlar kaydetmek istiyoruz.
Mektubunda Mustafa Osman, “Kızıl Rusya’dan çıkarak, kızıl ateşler, kızıl kıvılcımlar saçan ve birer birer dünya şehrinin mahallelerini saran ve oraları yakıp kavuran, bâzı yerlerde de nifak ve şikak (ikiyüzlülük, ayrılık ve gayrılık) ateşleri saçarak, kardeşine, ‘Kardeşini öldür!’ diye bağıran ve en nihayette âlem-i Hıristiyâniyeti yakıp, kavurup, harman gibi savurduktan sonra, âlem-i İslâm mahallesini saran ve evimizin saçaklarına kıvılcımları sıçrayan ve çok büyük ve çok dehşetli bir belâ” olarak nitelediği komünizmi, büyük mânevî bir yangına benzetiyor ve bu yangına karşı itfaiye görevini üstlenen Risâle-i Nur’un, Müslümanların ve beşerin en büyük, yegâne sığınak ve kurtarıcısı olduğunu belirtiyor, bu yangından müstahkem; en kavî, yıkılmaz ve sarsılmaz bir tahkimât olan Risâle-i Nur’un nûrânî siperlerine ilticâ etmek ve onun daire-i kudsiyesine girmekle kurtulunabileceğine dikkat çekiyor.
Risâle-i Nur’a herkesin ihtiyacı var olduğunu söyler Mustafa Osman. Çünkü Risâle-i Nur, yokluk görülen ölümü ölümsüzlüğe dönüştürmekte ve insanı dehşetli her türlü mânevî hastalıktan kurtarmaktadır. Kendisi de bu tür hastalıklardan, dünyevî ve uhrevî dertlerden, ateşlerden onunla kurtulmuştur. Onun için, gönüldaşlarına “Allah’ın sizlere ihsan ettiği ezelî lütfuna karşı secde-i şükrandan başınızı kaldırmayınız. Gecenin soğuğuna aldırmayınız. Sizlere lütfu hiçbir hususta esirgemeyen Rabb-i Rahîm’e, gecenin bu mübârek saatlerinde kalkarak, vazife-i şükrü edâ ediniz” diyor.
Mustafa Osman ayrıca bunlara, dünyanın faniliğini, bakî olan hayatın yanında bir hiç hükmünde olduğunu, fakat ahiretin tarlası olması yönüyle değer kazandığını hatırlatır ve “Fırtınaların şiddeti, havanın dehşeti sizleri sarsmasın, korkutmasın. Bu mübârek mezraaya [tarlaya] en mübârek ve nurânî ve verimli ve bereketli olan Nur tohumlarını ekiniz. Zîra ‘Eken biçer,’ atalarımızdan kalma mübârek bir sözdür” ifadelerini ekliyor.
Sonra da yine dâvâ arkadaşlarına seslenerek, “Din düşmanlarının hücumlarından katiyen sarsılmayınız, fütur getirmeyiniz; çalışınız, çalışınız, çalışınız! Ve katiyen inanınız ki, Nurun şefaati; Nurun duâsı, Nurun hizmeti sizleri kurtaracaktır” diyerek “Kardeşiniz Mustafa Osman” imzasıyla mektubunu bitiriyor.
İşte bugün toplumu saran anarşi ve terör felâketine karşı tâ altmış sene önce bu hassasiyeti göstremişti Mustafa Osman.
02.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|