Lütfen görüşme hakkımıza müdahale etmeyin!
Görüştüğümüz her insan beraberinde birtakım dersler taşır. Yeniden görüşmelerimiz, oluşan çağrışımların ve derslerin yenilenmesi, tazelenmesi anlamına gelir. Yani bu, Peygamberimizin (asm) sohbetinde bulunan sahabelerin, onun (asm) nuru ile nurlanması gibi bir şeydir.
Kıymetli ilahiyatçı Şahinalp Hocama, “Hocam, ne zamandır görüşemiyoruz, yani ehl-i iman kardeşlerin, birbirleri üzerindeki haklarından birisinin de, ‘birbirleriyle görüşme hakkı’ olduğunu söyleyebilir miyiz? Bunu da haftalık sohbetlerimiz olarak kabul edebilir miyiz? Dolayısıyla bir iman kardeşimiz bu sohbetleri ihmal ederse, ona gidip, ‘Kardeşim benim hakkıma giriyorsun, ben sizinle, hiç değilse haftada bir de olsa konuşmak, görüşmek istiyorum. Ama sen buna mani oluyorsun. Bak, eğer hakkımı helâl etmezsem işin zor, onun için ne yap-et, haftalık görüşme hakkımızı iade et…’ diyebilir miyiz?” diyorum. Hocam, tebessüm ediyor ve hakkı teslim ediyor.
İman kardeşliği sorumluluk da yüklüyor
İnsanın nefis taşıdığını, nefsin, her şeyi kendi menfaatine bakan yönüyle değerlendirdiğini, onun için zaman zaman muhataplarının hak ve hukukuna müdahaleler yapabildiğini karşılıklı mütalâa ediyoruz. Yine ehl-i imanın birbirini arayıp sormasını; başında bir sıkıntı varsa onu gidermek için kendisine düşeni yerine getirmesini de bir sorumluluk sadedinde konuşuyoruz.
Kardeşlik kolay değil diyoruz ve sorumluluğu üzerinde duruyoruz. Gerçi bir iman kardeşimizin îmanî sohbetlerden, hizmetlerden uzaklaşması; ya da daha başka maddî ve manevî sıkıntılar içerisinde olması karşısında, kardeşlere düşen, oluşan veya oluşacak durumları seyretmek, kuru kuru ‘ah, vah’ etmek değildir. Böyle bir durum, o kardeşin maneviyatına gelen darbelere seyirci olmak anlamına gelir.
İşte kavlî ve fiilî duâlar böyle zamanlar için vardır.
Kardeşleri nefislerinin eline terk etmemek lâzımdır
İman kardeşimiz üzerinde; nefis etkinlik yapıyor, her türlü azabı kendisine ve çevresine çektiriyor ve hayatın tadını tuzunu kaçırıyor da, biz kardeş olarak bu duruma seyirci kalıyor ve yapılması gerekenleri yapmıyorsak, bu kardeşlik, ‘kardeşlik’ olmasa gerektir.
Nefis ve hevanın, kalp üzerinde baskı kurması ve akıl ve kalbe galebe etmesi, çok da hakikati bilmemekten değildir. İnsan bazen yanlışı ve doğruyu bildiği, kazanç ve kaybı anladığı halde; bile bile ve isteyerek batılı hakka, yanlışı doğruya tercih edebiliyor. O zaman yapılması gereken, akıl, kalp ve vicdanı geliştirecek adımlara destek vermek, böyle ortamlara kardeşimizi çekmek ve nefsi zayıflatan ve kalbi güçlendiren faaliyetlerin içerisinde yer almaktır.
Nefis böyle cezalardan anlar
Bu aynı zamanda nefsi cezalandırmak anlamına gelir. Yani nefis, yaptığı yanlışlar karşısında kumandanları olan akıl ve kalp tarafından bir ciddî cezalandırma ile karşılaşsa, bu ceza onun için caydırıcı olacaktır. Nefis, ceza almak istemiyor. Örnek olarak, bir sabah namazına kalkmamış nefse, yirmi vakit sabah namazı kazası kıldırmak, nefsi ciddî sarsacak ve ona ders olacaktır.
Kardeşlerimizi nefis ve şeytanın oyuncağı olmaktan kurtarmak ve onlarla ilgili her türlü maddî ve manevî fedakârlık örnekleri içeren adımlar atmak bir görevdir. Akıl ve kalbine, bir ağabey veya kardeş olarak destekçi olmak, nefsin firavuniyetini kıracaktır. Bu da sahabe mesleği mesabesindeki Risâle-i Nur hizmetine yakışandır.
Görüşmek değil, hatırlamak bile bir derstir
Mü’min kardeşlerle her görüşmenin elbette ki niteliği farklıdır. Caddede karşılaşıldığında, bir tebessüm de bir görüşmektir. Güzel bir mekânda, ciddî alâkalarla sohbet etmek, dertleşmek de bir görüşmektir. Barla Lâhikasında, Nurları dinlemeye gelen ve evhama (vehim, kuruntu) düşmüş insanların, evham zulümatlarını nasıl dağıttığı, bizzat yaşanmış örneklerle anlatılmaktadır.
Şahinalp Hoca, konuyla ilgili,—mealen—bir hadis-i şerifi nakletti: “Görüştüğünüz kişi, ilk anda size Allah’ı hatırlatıyorsa, onunla görüşmeye devam edin, onunla arkadaşlık kurun. Ama görüştüğünüz kişi size şeytanı hatırlatıyorsa, ondan da uzak durun, onunla arkadaşlık etmeyin” demek, görüştüğümüz insanlara bu ölçüyle bakmalıyız. Tabiî önce, kendimiz, Hakkı hatırlatan olmalıyız.
Görüştüğümüz insanlar, bizi dünyaya, dünyalıklara, nefsin istek ve arzularına, kötülüklere dâvet ediyor ve böyle durumlardan bizi esirgemiyorsa, burada hakikî anlamda bir dostluktan bahsedilemez.
Ama görüştüğümüz kişi, bize Allah’ı (c.c), Kur’ân’ı, Hazret-i Peygamberi (asm), büyük zatları, imanı, dürüstlüğü hatırlatıyorsa, böyle insanlar varlıklarıyla gittikleri yerlere pek çok dersler götürüyor demektir.
Nitekim konuşmalar, görüştüğümüz kişinin taşıdıklarına göre şekilleniyor. Hakikî iman ehlinin bırakın konuşmasını, yolda yürümesi, oturup kalkması bile bir edeb dersi niteliğindedir. Çünkü iç dışa yansır. Hazret-i Peygambere (asm), ‘Bu yüzde yalan yoktur’ diyen nasipli, için dışa yansımasını okumuştur.
Görüşmek bir derstir
Doğrusu, ‘görüşmekte, konuşmakta, birbirinizle olan irtibatta aşırıya gidin’ mesajını, yani ‘müfritane irtibatı’ ben böyle anlıyorum. Her iman kardeşim, her Nur kardeşim üzerinde pek çok îmanî ders taşıyan birer levha gibidir. Onun için böyle iman sahipleriyle görüşmek (bırakın oturup dertleşmeyi)—caddede uzaktan uzağa selâmlaşmak bile—derince etkiler bırakabiliyor. Bir takva ehli ile görüştüğümüzde, onun üzerimizdeki etkisi epeyce bir devam etmektedir.
Görüşünce ondaki dersleri biz, bizdekileri o okur. Böylece, mü’min, mü’minin aynası olmuş olur. Anlaşılan, her insan üzerinde dersler taşır.
02.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|