Avusturya hükümet kabinesi geçen Aralık ayında yenilendi. Lâkin bu yeni kabinenin çiçeği burnunda bazı bakanları kısa zamanda medya ve kamuoyunun hedefi oldu. Eğitim Bakanı, zorunlu hizmete iki saat daha eklemek istedi, ama öğretmen sendikalarının demokratik tepkilerine dayanamadı, vazgeçti. Türkiye’de genellikle bunun tersi olur. Yani aşağıdan gelen tepkilere değil, yukarıdan gelen tepkilere boyun eğilir. Bir de, Batıda istifa mekanizması iyi işletiliyor. İstifa eden de rahat bir nefes alarak, aslî görevine kaldığı yerden devam ediyor. Sade milletvekilliğine, doktorluğuna, ticaretine veya her neyse..
Türkiye’de uzun zamandır beklenen kabine değişikliği nihayet gerçekleşti. Hayırlı olsun. Nedense, beni yeni gelenler değil de, gidenler ve onların gidiş şekilleri ilgilendiriyor. Seçim sonrasında bazı spekülasyonlar sayın başbakanı kızdırınca, "İspat edin, altı bakanı dışarda bırakayım" demişti. Böylece dışarıda bırakmanın da, içerde tutmanın da kendisine ait olduğunu merdane ilân etmişti. Doğrusu bunu pek de yadırgamıyorum. Bu hal, Türkiye'de demokrasi düzeyinin bir göstergesi. Türkiye hâlâ buna müsait ve buna lâyık. Hükümeti zorda bırakan bir kabine üyesinin aklına istifa gelmediği sürece bu böyle devam eder.
Hürriyet ve vatan sevdalısı Namık Kemal’in çok bilinen, ezberlenen ve her vesileyle söylenen bir ifadesi vardır:
“Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten.”
Hürriyet Kasidesi’nde geçen o beyitin tamamı ise şöyledir:
“Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten/ Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten.”(Öz olarak mânâsı: Asrın hükümlerinin doğruluk ve selâmetten saptırıldığını görünce, kendi şeref ve haysiyetimizle hükümetten çekildik.)
Tâ o zaman, veli ve mazlûm Sultan Abdülhamit başta iken, doğruluk ve selâmetten bu kadar sapma olmuşsa, fitne kazanı bu kadar kaynatılmışsa, doğru ve dürüst olanlar, hükümet dışına itilmeye bu kadar zorlanmışsa, şimdiki hali siz hesap edin artık..
Namık Kemal’in bu ifadesi, yeri geldikçe her söyleyenin ve her mevkizedenin kendi sözü haline gelmiştir. Sadece siyasî arenada değil, bürokraside ve sosyal hayatın çeşitli kademelerinde, kamu nazarındaki yerini ve pozisyonunu kaybeden veya kendi isteğiyle çekilen herkesin ilk teselli sözüdür: “Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten.”
Halbuki çekildiği yer, öyle hükümet falan değil. Belki küçük bir kurumun, küçük bir yönetim birimidir. Hem belki kendisi de çekilmemiştir. Kendisine yol gösterilmiştir. “Artık sen yapacağını yaptın, hizmetini tamamladın, sana güle güle” denilmiştir. Ama bir dostu ona, “Hayrola, başkanlık, müdürlük, yönetim kurulu üyeliği —her neyse—yok mu artık?” diye sorarsa, o da hemen, “Yok abiciğim, çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten” deyiverir..
Hele bir de bakanlık koltuğunu bırakmak zorunda kalmışsa, siyasî irade ona, “haydi güle güle,” kamuoyu da ona sağ işaret parmağını gösterip az içe kıvırarak, “biraz aşağıya gelsene” deyivermişse, buna ne demeli? İşte buna uyan naziremiz:
“Alındık mihnet ü vebal ile bab-ı hükümetten.”
Aslında burada “alındık“ kelimesi, “kovulduk” kelimesinin hafifletilmişidir. Varsın tarihe bu şekliyle mal olsun. Varsın, izzet ü ikbal sahibi meşhur Kemal’imizin o beyitinin izzetini de biz kurtarmış olalım. Ve yapmışken naziremizi tam yapalım:
“Görülüp ahvalimiz muzdarip siyasetten/Alındık mihnet ü vebal ile bab-ı hükümetten. "
Şimdi bu değerli bakanlarımızın, mertlik ve izzetlerini hâlâ korumaları mümkündür. Nasıl mı?
Bundan sonra daha ileri mevkilere göz dikmesinler. Milletvekili olarak, meclisin sade vatandaşı olsunlar, sade vatandaşları iyi temsil etsinler. Meclis çalışmaları haricindeki zamanlarını sade vatandaşlarla beraber geçirsinler, halkın içine girip onların dertlerini dinlesinler. Meclisi ve hükümeti, halkın dertleriyle yüzleştirsinler.
Hele bu zevattan biri ki, kendisiyle şimdi mazide kalan bir hukukumuz var. Lise öğretmenliğimin ilk yıllarında, kendisi bir üniversiteli olarak şahsıma yazdığı hamaset yüklü dört sayfalık mektubunu şöyle bitirmişti:
“Çekildik neşve-i ümitten, tûl-i emellerden,
Öyle mecnunuz ki, ettik vuslat-ı Leylâdan istiğnâ.”
İlk milletvekili seçildiği zaman, bir muhabirimizin seçim endişesiyle ilgili sorusuna da şöyle cevap vermişti:
“Aklı başında olan insan, dünyada kazandığına sevinmez, kaybettiğine de üzülmez.”(Asıl metin: bk.Mesnevî-i Nuriye)
Öyleyse, üzülme be kardeşim, üzülme, haydi üzülme, üzülme.
07.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|