Türkiye’nin bir dizi komployla karşı karşıya kaldığı süreçte yeniden tırmanan terör olayları, ibret verici. Ne yazık ki siyasî iktidar hâlâ günübirlik tartışmalarla meşgul.
Kamuoyunun “Ergenekon soruşturması”ndan “Ermenistan meselesi”ne, Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasından kabine değişikliğine kadar yoğun gündeme odaklandığı sırada birçok oldu-bitti gözden kaçırılıyor.
Bunlardan biri de Ankara’nın Fransa’nın NATO’nun askerî kanadına dönmesine peşinen “izin” vermesine mukabil Selânikli Sarkozy’in Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkıp “imtiyazlı ortaklık” önermesi.
Tıpkı 12 Eylül darbesi lideri Evren Paşa’nın meslektaşı General Rogers’in “asker sözü”yle hiçbir hak elde etmeden Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadına dönmesini kabul etmesi basiretsizliği sergilendi.
Ne var ki Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri, Sarkozy’in bu “pervâsızlığı”na âdeta seyirci kaldı. Aynı Sarkozy, peşinden de tıpkı Obama gibi Osmanlının 1915 tehcirinde “Ermeni soykırımı” yapıldığı iftirasını seslendirdi. Ankara, buna da gereken cevabı vermedi.
Oysa daha İçişleri Bakanı iken Cezayir’i ziyaretinde, “Fransızların bir milyon Cezayirlinin katledilmesinden dolayı özür dilmesi” talebine, “Babalarımızın vebâllerinin bedelini bize ödetmeyiniz!” diye işin içinden sıyrılan Sarkozy’e çifte standardından ve açık çelişkisinden dolayı en azından bir “nota” verilebilir; Fransa’nın ikiyüzlülüğü yüzüne vurulabilirdi.
“RASMUSSEN
ALDATMASI”NA TEPKİSİZ
Bu arada Türkiye’nin “vize” vermesiyle NATO Genel Sekreteri edilen Danimarka eski Başbakanı “Amerikalı Kovboy” Rasmussen, karikatür rezâletinden dolayı Türkiye’den “özür” dilemediği ve terör örgütünün yayın organı Roj tv’yi tamamen kapatmadığı gibi, “Obama’nın güvencesi”yle taahhüd ettiği NATO Genel Sekreterliği yardımcılığına bir Türkü getirmedi.
Âdeta nazire edercesine daha uyumlu çalışmak gerekçesiyle bu makama ülkesinin Ankara’daki bir diplomatı atadı. Böylece “Fransız oyunu”na gelinmesine benzer bu bâriz dış politika başarısızlığı da “yandaş” ve “karşıt” mâlûm medyada gündemin gürültüsüne getirildi.
Yine “Davos çıkışı” sonrası, Başbakan’dan, hükûmet sözcüsünden, Savunma Sanayii Müsteşarına kadar Türkiye’nin İsrail’le her türlü siyasî ve ekonomik antlaşmaların devam edeceği, silâh ihâlelerinin ve askerî savunma işbirliklerinin daha da derinleştirilerek sürdürüleceği defalarca deklâre edilmesine rağmen İsrail, Türkiye’nin Müslüman komşusu Suriye ile takım seviyesinde hudut birlikleriyle küçük çaplı bir tatbikat yapmasından “rahatsızlığı”nı iletti.
Ankara’nın Telaviv’e verdiği onca desteğe ve geliştirdiği “stratejik ilişki”ye karşılık,
İsrail Savunma Bakanı Barak, “Türkiye ile Suriye’nin ortak askerî tatbikat yapması, kesinlikle rahatsız edici” dedi. Daha da ileri giderek “Türkiye-İsrail stratejik ilişkilerinin, Türkiye’nin Suriye ile böyle bir manevra ihtiyacını ortadan kaldıracağı” fütûrsuzluğunu sergiledi.
Anlaşılan o ki İsrail, Türkiye’nin bölgede bir tek İsrail’le siyasî ve ekonomik mutâbakat zabtı imzalamasını, silâh ihâlesi, savunma ve askerî işbirliğiyle kalmasını, stratejik ilişkiler geliştirmesini istiyor. Müslüman komşularıyla işbirliği yapmasını; siyasî, iktisadî ve savunma antlaşmalarını istemiyor.
ANKARA, İSRAİL’İN
SAYGISIZLIĞINA SUSKUN…
Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, “zail olması” gereken “İslâmın inkişafını boğan Şark husûmeti”nin sürmesini, Türkiye’nin Müslüman komşularıyla hep kavgalı olmasını arzuluyor.
Ne var ki siyasî iktidar buna da suskun kalıyor. Ne Başbakan’dan, ne Dışişleri’nden buna bir “cevap” verilmiyor. Türkiye’nin bağımsız ve hükümran bir ülke olarak aynı inancı, tarihi, kültürü paylaştığı Müslüman komşusu ile işbirliği ve tatbikat yapabileceği belirtilmiyor. Daha Gazze’de çoğu çocuk ve kadın binbeşyüz mâsumu katleden, beşbini aşkın sivili yaralayan katliâmın kanı kurumayan zulmü yapan İsrail’in “onayı”nı almak mecburiyetinde olmadığını bildirmiyor.
Bir tek Genelkurmay Başkanı, “Tatbikatın ilk olması açısından önemli, İsrail’in tepkisi bizi ilgilendirmez” cevabını veriyor; lâkin iktidardan en ufak bir “tepki” iletilmiyor…
Aynen AKP hükûmetinin, başşehir Şam yakınlarındaki Suriye tesislerini bombalayan İsrail savaş uçaklarının boş yakıt tanklarını Türkiye topraklarına atma saygısızlığına susması gibi. Dışişleri’nin aylarca “îzâhât” beklemesine karşı İsrail’in hiçbir “izâhat”ta bulunmayışına sessiz kalması gibi…
Ya da Süleymaniye’de işgalci conilerin Mehmetçiğin başına çuval geçirmesine, hükûmetin en azından bir “nota” ile kınamasını isteyenlere, Başbakan’ın “Ne notası; müzik notası mı!” tepkisiyle yan çizmesi gibi…
Siyasî iktidar tutuk ve suskun; ne Sarkozy “aldatması”na, ne ”Obama’nın teminatı”yla yüzyüze kaldığı “Ermenistan emr-i vakisi”ne ve “büyük felâket” tâbiriyle “soykırım” suçlanmasına, ne “Rasmussen komplosu”na ve ne de İsrail küstahlığına doğru dürüst diplomatik bir cevap vermiyor, veremiyor…
Peki neden?
04.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|