S. Bahattin YAŞAR |
|
Maddî ve manevî her hastalık; bir ihlâl ya da bir ihmal sonucudur |
İhlâl nedir, ihmal nedir? İhlâller, duyguları aşırı kullanmadaki ifratlar; ihmaller ise, verilen duyguları hiç kullanmama sonucu ortaya çıkan tefritlerdir. Vasat olarak ifade edilen normal değerler, yani sırat-ı müstakim, maddî ve manevî sağlıklılık halidir. Bu değerden uzaklaşma, maddî ve manevî bozulma ve hastalanmadır. Akıl, gadap ve şehvet kuvvetinin insan hayatı için en faydalı aşaması, aklı hikmette, gadabı şecaatte ve şehveti (iştiha) iffette kullanmaktır. Bozulmalar, bu üç kuvvenin, dinin koyduğu sınırın ihlâlinden veya ihmalinden çıkmaktadır. İnsandaki bu güç odakları, ancak din ile (şeriat) dizginlenir, vasata çekilir. Nitekim ibadetler, insandaki kuvveleri geliştiren ve teali ettiren dinin evamiri içerisindeki esaslardır. İnsandaki vicdan harekete geçirilmezse, başka hiçbir güç insanın bu duygularını tatminde ihlâl ve ihmaline engel olamayacaktır. Hatta güvenlik sağlasın diye eline güç unsuru verilen insan, eğer bu ihlâl ve ihmal aşamalarını vicdanî olarak dinen belirlemezse, bu insan kendisi için de cemiyet için de büyük bir tehlike haline gelebilecektir. İhlâl ve ihmalleri, bireysel hayatın, aile hayatının ve cemiyet hayatının hemen her aşamasında görmek mümkündür. İdeal hayat çizgisi olan sünnet-i seniyye, maddî ve manevî sağlıklılık halidir. Sünnetten uzaklaşma, ifrat ve tefritlere (uçlara) düşme halidir. Kural ihlâli veya kural ihmali maddî ve manevî zulümleri netice verir. Kırmızı ışıkta geçmek kural ihlâli olarak kazalara sebebiyet vereceği gibi, yeşil ışıkta geçmemek de yine kazalara, kargaşaya sebebiyet verecektir. İkisi de normal değildir. Normal, dinin çizgisidir. Tahlillerdeki alt-üst değerler tehlike sinyalleridir. Oysaki normal değerler, sağlıklı hayatın belirlenen limitidir. Tahliller, normalden (sünnet) uzaklaşmayı gösteriyorsa, maddî ve manevî hastalıklar, bozulmalar başlıyor demektir. Neticede, Allah, insanı diğer hiçbir mahlûkta olmayacak kadar türlü türlü istidatlarla yaratmış, bu istidatların terbiyesini de cüz’î iradesine vermiş, cüz’î iradenin yularını da şeraite ve Sünnet-i seniyyeye bağlamıştır. İşte insanın ahsen-i takvimle esfel-i safilin arasındaki hadsiz derece ve derekâtı, bu istidatları ya Şeriat ve sünnet-i seniyyede kullanması ile ya da nefis ve şeytanın eline vermesiyle oluşur. Şeriat ve sünnetten beslenen insan ala-yi illiyyine (maddî ve manevî sağlıklılık hali), nefis ve şeytanın emrine giren insan ise, esfel-i safiline (manen ölüm hali) yuvarlanır.
Manevî hastalıklar da maddî hastalıklar gibidir Manevî hastalanma, maddî hastalanma gibidir. Maddî küçük bir kural ihlâli, tedbiri alınmaz ve tedavisi için adım atılmazsa, büyük sorunlara, hatta sonu ölümle biten ihlâller olabilmektedir. Aynen bunun gibi, insanın manevî dünyasındaki küçük bir ihlâli; aklî, kalbî ve nefsî rahatsızlanmalara sebebiyet verebilir. Hatta sonu küfürle biten, manen ölüm hali gerçekleşebilir. O zaman, manevî sağlıklılık hali, insana verilen cihazatın ve lâtifelerin veriliş amacı çerçevesinde ve kullanılmasıyla ortaya çıkacaktır. Manevî hastalanmaların oluştuğu çizgi, imandan küfre doğru oluşan düşüşlerin her aşamasındaki bozulmalardır. Nitekim imanlı olma halinin de, sürekli bir muhafazası ve tecdidi gerekmektedir. Aksi halde, imanlı, ibadetli gözüktüğü halde, hayata yön veremeyen, duygulara yol göstermeyen, kuvve-i akliye, gadabiye ve şeheviyeyi vasata çekemeyen bir iman ve ibadet hali ile kişi, kendisine de çevresine de faydası olmayacak bir taklidi imanı yaşıyor olacaktır. Dinin emirlerini yapmayı ve yasaklarından kaçınmayı netice vermeyen bir iman, pek de iman olmasa gerektir. Böyle bir insandan dinin koyduğu sınırları çiğneyen her tülü zarar, zulüm görülebilecektir.
Manevî hastalıklar ve tedavi teklifleri nelerdir? Aile okulumuz olarak, bu yıl ki çalışma konumuzu, “Risâle-i Nur’da Manevî Hastalıklar ve Tedavi Önerileri” olarak seçtik. Ve ilk seminerimizi de Risâle-i Nur Enstitümüzde verdik. Doğrusu konunun içine girildiğinde, ciltlerle ifade edilebilecek eser çalışmalarının kapsamında olduğu anlaşılıyor. Bu konuda duâlarınızı bekliyoruz. Çünkü manevî hastalıkları bir ‘afet’ olarak değerlendiren İman-ı Gazali, bu hastalıkların mahiyeti, sebepleri ve tedavi teklifleri ile ilgili çalışmalar yapmayı ve uygulamayı, her iman edenin üzerine düşen bir farz-ı ayn olarak değerlendirmektedir. Nitekim asrımızda başlı başına Risâle-i Nur hizmeti böyle bir sorumluluğu taşıyor diyebiliriz. Manevî hastalıklar, asrın en büyük yıkımlarını oluşturuyor. Bütün maddî yıkımlar önce manevî yıkımların sonucu olarak yaşanıyor. İhmal edilmiş insanlar, terörü, anarşiyi netice veriyor. Yine manen ihmal edilmiş insanlar, kuvve-i gadabiyesinin esiri olarak, öfkesine yenik düşüp, beş dakikalık intikam lezzetiyle onlarca insanın hayatına kastediyor ve onlarca ocağı söndürüyor. Önce bu hastalanmanın önüne geçecek adımların atılması gerekiyor. Akla, kalbe hastalık bulaştıktan sonra onu oradan temizlemek zorlaşıyor. Hatta kalbe giren bir günah, hemen tevbe ve istiğfar ile temizlenmezse, o günah kalbi siyahlandıra siyahlandıra iman nurunu o kalpten çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Haliyle böyle bir kalpten de her türlü zulüm, işkence ve vahşetler ortaya çıkıyor.
Her asrın hastalıkları da tedavi teklifleri de farklıdır Her asrın maddî-manevî hastalıkları ve bu hastalıklara dönük tedavi teklifleri farklıdır. Asırların manevî imdadına gönderilen peygamber varisleri mücedditler, asırda yaşanan hastalıkları teşhis etmiş ve o hastalıkların tedavilerine dönük, Kur’ân’dan reçeteler sunmuştur. Türkiye, asrın maneviyat doktorunun, yüz yıl önce koymuş olduğu teşhisi uygulamamakta direniyor. Tabiî maddî ve manevî kan kaybediyor. Asırların maneviyat doktorları da, asırlardaki hastalıklar da, tedavi usulleri de farklı farklıdır. Kur’ân’ın bu asrın manevî hastalıklarına sunduğu reçete ise, Risâle-i Nur olarak tanımlanmıştır. Bu asır, kıyamet asrı olması hasebiyle, diğer bütün asırlardaki yaşanan hastalıklar adeta bu asırda teraküm etmiş vaziyettedir. Onun için, asrın, kendine mahsus özellikleri dikkate alınarak, çok tesirli, kısa zamanda, çok kolay iyileştiren ve çok da güvenilir bir tedavi şekli olan, bu tedavi usulünün adı; acz, fakr, şefkat ve tefekkürdür. Tabi bu tedavi usulünün nefis terbiye metodu da diğer asırlardan farklı olarak Kur’ân’ın dört âyetiyle yapılmaktadır. Böyle bir manevî tedavi uygulanan insan, ne kadar ağır imtihanlar içerisinde olursa olsun, mücerreb ilâçlar hükmünde, kafasındaki, kalbindeki manevî yaralardan kurtulacak ve iki dünya saadetine ulaşacaktır. Asrın manevî doktoru, asrın en büyük hastalığını iman zaafı olarak teşhis etmiş ve buna çare olarak da, bütün mesaisini iman üzerine teksif ederek, Risâle-i Nur eserleriyle her şartta, her yerde ve her zaman tedavi olunabilen bir iman hareketi başlatmıştır. Öyle ki onlarca insanı katletmiş canavar bir insanı, tahta bitini bile öldürmenin caiz olup olmayacağını sorar hale getirmiştir. Yine Risâle-i Nur, ihtiyac-ı zamana göre her sınıf erbab-ı din ve hatta, münferit muannid olmamak şartıyla, dinsizleri bile ilzam ve ikna edecek derecededir. Onun için bu asrın manevî imdadına gönderilen bu eserler, mücerreb ilâçlar hükmündedir. Onun için, asrın manevî tedavisini uygulayan Risâle-i Nurların sohbet mahalleri, birer manevî terapi merkezleri olarak varlıklarını, tedavilerini devam ettirmektedirler. Aksi halde, suç işleyenleri sadece hapishanelere doldurmak, ruhunu işlemedikten, yani hastalığını teşhis edip, tedavi etmedikten sonra bir sonuç getirmeyecektir, zaten de getirmemektedir.
Manevî hastalıklar neden ciddiye alınmıyor? Manevî hastalığın en dehşetlisi de, manevî hastalanmanın, yani imandan uzaklaşmanın hastalık olarak görülmemesidir. Birey de, devlet de bu manevî yaralanmayı ve hastalanmayı ciddî olarak ele almamaktadır. Bu gün hangi hastanemizde, ‘Doktor bey, yalancılık hastalığım var?’’ın özel bir tedavi birimi vardır? Acı ki, bütün hastaneler insanın maddî dünyasının hastalıklarıyla meşguldür. Oysa insan, madde ve mânâsıyla bir bütündür. Ve gün geçtikçe, insanın ihmal edilen manevî yönünün ağır imtihanlarıyla karşılaşıyoruz. Dünyanın geldiği nokta şu ki, imanın, büyük yatırımlar yapılarak oluşturulan hastanelerde, –bırakın öylesine bir merdiven altında bir mescitle manevî ihtiyacı karşılamayı- her manevî hastalık için, özel birimler kurularak, her manevî hastalık üzerinde, çalışmış uzmanlar ve inanç tedavi merkezleri aşamasına gelinmiştir. Artık, “Doktor bey, öfkeme (gadap) hakim olamıyorum.” diyen bir manevî hastaya, dinden beslenmiş fen bilgisiyle donatılmış doktorlar mukni cevaplar verebileceklerdir.
Manevî hastalıklar hastanesine hoş geldiniz Manevî Hastalıklar Hastanesi’nde, ‘Öfke’ Hastalıkları Merkezi v.b. konularda uzmanlık yapmış, manevî hastalığın mahiyetini, sebeplerini, sonuçlarını ve tedavi tekliflerini çalışmış ve maddî hastalıklarda olduğu kadar, manevî hastalıklarda da hekim olmuş, asır doktorlarına ihtiyaç vardır. Yoksa sadece fen bilimiyle doktor olmak, yarım hekim olmak demektir. İnsanın maddî bedeni kadar, manevî bedeninin de ihmal edilmemesi gerekmektedir. Aksi halde, bedenen sağlıklı, ama ruhen çürümüş, kendisine bile faydası olmayan insanlarla çokça karşılaşmak zorunda kalacağız. Bu asrın insanlarının, mesleği ne olursa olsun, Kur’ân’ın elmas bir kılıncı olan, maneviyat doktoru, Risâle-i Nurlara zaruretle ihtiyacı bulunmaktadır. İnsanlar manen hastalanmayı her ne kadar ciddiye almasalar da, hayat, manen hastalanmayı ciddiye aldıracak ve üzerinde çalıştıracak kadar ciddî sorunlarla karşımıza çıkıyor. 09.05.2009 E-Posta: [email protected] |