Şaban DÖĞEN |
|
İman kalbe girince |
“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” Böyle diyor 23. Söz’de Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri. Bu vecizeyle bütünüyle örtüşen insanlardan biri Hz. Ömer. O Hazreti Ömer ki Erkam’ın Safa Tepesindeki evinde bulunan Allah Resûlünün (a.s.m.) yanına gidip heybeti karşısında sarsılıp diz çökmüş, “Ben Allah’a, Resûlüne ve onun Allah’tan getirdiklerine iman etmek için geldim” diyerek Müslümanlığını ilân etmiş, Mekke sokakları Sahabenin tekbir sesleriyle inlemişti. Bu sesleri Mescid-i Haram’da bulunanlar bile duymuşlardı. Dünyada iman ve İslâm kadar büyük bir nimet düşünülemez. Kulun iradesini kullandıktan sonra Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği bu muazzam nimete mazhar olmak şüphesiz büyük bir lütuftur. O ölçüde şükür ister. Daha İslâma girer girmez bu nimetin hazzını tadan, kıymetini anlayan Hz. Ömer, hemen oracıkta bu mazhariyetten dolayı sevincini bir kaside ile dile getirdi. Müslümanlar Hz. Hamza ve Hz. Ömer Müslüman oluncaya kadar müşriklerin şiddetli baskıları altındalardı. Hz. Hamza’yla biraz, Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla daha da bir nefes almışlardı. Onun için Abdullah bin Mes’ud der ki: “Hz. Ömer’in Müslüman oluşu bir fetihti. Hicreti destek, hilâfeti ise rahmet oldu.” O gün Müslümanlar korkusuzca Kâbe’de namaz kılmışlar, müşrikler buna engel olamamışlardı. Hz. Ömer hakkı bulur bulmaz iman ve İslâmın zevkini tatmaya başlamıştı. Yerinde duramıyordu artık. Elinden gelse bütün kâinata ilân edecekti her türlü güzelliğin, iyiliğin kaynağı olan imanı. “Ey Allah’ın Resûlü! Biz ölü olsak da, diri olsak da hak din üzerinde değil miyiz?” diye sordu. “Evet,” buyurdu Allah Resûlü (a.s.m.), “Allah’a yemin ederim ki siz ölü de olsanız, diri de olsanız hak din üzerindesiniz.” Heyecanlıydı Hz. Ömer. “O halde ne diye saklanıyoruz? Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki hiç çekinmeden, korkmadan İslâmiyeti açıkça ilân etmediğim bir küfür topluluğu kalmayacaktır. Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki ortaya çıkıp İslâmiyeti açığa vuralım.” Her şeyin bir vakt-i merhunu vardı. Üç senedir İslâm hikmet gereği gizli yayılıyordu. Ama Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla işler değişmiş, açığa vurma sırası gelmişti. Müslümanlar iki saf halinde Erkam’ın evinden çıktılar. Saflardan birinin başında Hz. Hamza, diğerinin başında ise Hz. Ömer vardı. Sert adımlarla toprağı tozuta tozuta Mescid-i Haram’a girdiler. Müşrikler şaşkın ve ürkek bakışlarla bir Hz. Hamza’ya, bir Hz. Ömer’e bakıyorlardı. Bu olay içlerine oturdu onların. O güne kadar böylesi bir durumla hiç karşılaşmamışlardı. Hayretle, “Ne var arkanda ya Ömer?” diye sordular. O da, “Lâ ilâhe illallah var” dedi ve ekledi: “Kim kımıldarsa onu kılıncımla yere sererim.” Hadlerine mi düşmüştü kılmıldasınlar. Allah Resûlü (a.s.m.) rahatça Kâbe’yi tavaf etti, öğle vakti gelince de açıktan namaz kıldılar. Sonra da o gün için bir dershane hükmünde olan Erkam’ın evine döndüler. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bu hadise üzerine Hz. Ömer’e hakla batılı ayıran anlamında Faruk lâkabını takmıştı. 09.05.2009 E-Posta: [email protected] |