Şaban DÖĞEN |
|
Mustafa Oruç denilince |
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin iki yüksek talebeden biri,1 Nurlara sahip çıkan küçük Abdurrahmanlar nev'înde,2 Nurlarla münasebetdar üniversite mektebinin pek gayretli bir Nurcusu ve bir Abdurrahman ve bir Salâhaddin kabiliyetinde dediği bir Nur Talebesiydi Mustafa Oruç.3 1926 doğumlu, daha ortaokulda okuduğu yıllarda Kastamonu’da, “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar. Bize Allah’ı anlatın!” diyen genç grup içerisinde o da vardı ve en zor şartlarda cesaretle Nurlara sahip çıkmış Safranbolu kahramanlardan biriydi. Soyisim değişikliği sebebiyle sonradan Mustafa Ramazanoğlu diye anılacaktı. Üstad, Mustafa Oruç’la muallim Ahmed Fuad’ın Risâle-i Nur dairesine girmelerini sevinçle karşılar. Onlar gibi zatların tesirli bir surette hizmet-i Nuriyeye geçmelerinin, Denizli kahramanı Hasan Feyzi’nin vefat acısını bir derece izale ettiğini söyler. 4 Mustafa Osman’ın Nur’a yadigârıdır Mustafa Oruç ve Mustafa Sungur gibi kahramanlar. Üstad onun bu iki namdaş ve Nur hizmetinde pek ciddî arkadaş, Emirdağ Lâhikası, s. 211. ayrıca Mustafa Oruç’la birlikte Rahmi gibi iki yüksek talebe buluşunu ve Risâle-i Nur’un o kuvvetli ellerle hizmetine çalışmasını o havali için büyük bir saadet olarak görür. Emirdağ Lâhikası, s. 170. Evet, büyük bir saadetti o havali için Mustafa Oruç ve arkadaşları. Allah’ın yüce kelâmını öğrenmenin suç olduğu bir dönemde Kur’ân hakikatlerine eğilmek, muhtaç gönüllere onu ulaştırmak, bu yolla insanların kurtulmalarını sağlamak, huzur dağıtmak hem kendileri, hem de ulaştığı kimseler için büyük bir mutluluk vesilesiydi, hayatın gerçek lezzetine ermek demekti. Mustafa Osman gibi Mustafa Oruç’un da çok talihli olduğundan söz eder Üstad. Çünkü kendi sisteminde, ruhunda ve ciddiyetinde, az bir zamanda çok kimseleri bulmuş, bir iken on Mustafa olmuştu.5 Sonra, darü’l-fünun, yani üniversitedeki yıllarında tıp fakültesinde okurken nicelerini Nurlarla aydınlatmaya ciddî ciddî çalışmıştı. Emirdağ Lâhikası, s. 167. O ve onun gibi fedâkâr üniversiteli Nur Talebeleri sayesinde üniversite ileride bir Nur medresesi olacaktı. Üstad bunun müjdesini de vermekteydi. Üniversite kapısı üstündeki önceden gizlenen Kur’ân âyetinin üzerinin açılmasını buna yorumlamıştı. Olayı dile getirirken “İstanbul’da, Refet Beyin ve Mustafa Oruç’un yazdıklarına göre, çok zaman İslâm ordusunu idare eden ve sonra darülfünuna inkılâp eden Harbiye Nezareti ve Bab-ı Seraskeri, o muazzam binanın alnında hatt-ı Kur’ân ile o manidar Kur’ân âyeti yazılmışken, sonra da mermer taşlarla üzeri kapatılıp o nurları gizlemişlerdi. Şimdi yeniden hatt-ı Kur’âniyeye bir nümune-i müsaade ve Risâle-i Nur’un takip ettiği maksadına bir vesile ve üniversite ileride bir Nur medresesi olmasına bir işaret” olduğunu söylüyordu.6 Geçmişteki yasaklı dönemlere ve bugün üniversitelerdeki gelişmelere bakılınca Kur’ân’ın önüne set çekilemeyeceğini açıkça göstermiyor mu?
DİPNOTLAR:
1. Emirdağ Lâhikası, s. 170. 2. A.g.e., s. 167. 3. A.g.e., s. 164. 4. A.g.e., s. 163. 5. A.g.e., s. 177. 6. A.g.e., s. 234. 08.05.2009 E-Posta: [email protected] |