Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Yüzde 99'u geçip; yüzde 1'e odaklanmak |
Bediüzzaman’ın yaklaşık bundan bir asır önce, “Şeriat yüzde doksandokuz ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete aittir; yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir” (Divan-ı Harb-i Örfi s: 28) tesbiti bir bütün olarak bütün ehl-i dine önemli mesajlar içeriyor. O günün insanlarına karşı söylenmiş Bediüzzaman’ın bu önemli tesbiti bugünde geçerliliğini koruduğundan, bu zamanın din ehlinin de bu büyük insanın nazarlarımıza sunduğu bu tesbitteki derin mânâları anlamaya çalışıp, o yönde bir dini yaşantıyı esas almaları elzem olsa gerek. Görüldüğü gibi, şeriat deyince çoğu insanın anladığı biçimde, siyaset veya bir çeşit devlet idaresi değil; ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilet gibi kavramlar akla gelmeli. Çünkü şeriatın yüzde doksanını bunlar teşkil ediyor. Yüzde biri siyasete bakıyor... Kaldı ki bu yüzde birlik nispetinde de bu günün günü birlik siyasetiyle hiç- bir alâkası yoktur. Hatta şeriat şemsiyesi altındaki bu yüzde birlik kısmını da “ulûl-emirlerimiz” (idarecilerimiz) düşünsün diyor Bediüzzaman. Demek ki Bediüzzaman’ın şeriatı bu doğru ve bize göre isabetli olan tarifine göre her ehl-i dinin şeriatın o yüzde doksanına tekabül eden ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete odaklanması ve bu yöndeki bir yaşantıyı elde etmenin gayretinde olması gerekiyor. Doğrudan her din ehlini alâkadar eden böyle bir yaklaşımın, bir mücahadenin içinde olmak her mü’minin önemli ve öncelikli bir vazifesi olsa gerek. Günümüzde ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete bakan mükellefiyetleri bihakkın yerine getirebilmenin zorlukları, bu vecibeleri ifa etmenin güçlükleri elbette meydanda. Helâl ile haramların karıştırıldığı, her türlü fitne ve günahların kol gezdiği, manevî değerlerin bombardıman altında olduğu günümüzde her mü’minin şeriatın o yüzde doksanına tekabül eden sorumluluklarını yerine getirmesi elbette kolay değil. Bu noktada tahkiki bir imana, güçlü ve sarsılmaz bir inanç ve itikada ihtiyaç var. Bediüzzaman’ın şeriata getirdiği bu doğru ta-rifi ve buna paralel olarak bütün insanlara vermek istediği mesajı ne ehl-i dinin çoğu ne de dine mesafeli durmayı meslek edinen insanlar anlayabildi bu güne kadar... Her iki kesim de şeriatın o yüzde doksanını içeren kısmını görmezlikten gelerek, yüzde birine tekabül eden, yani tamamen idarecileri ilgilendiren siyaseti esas aldılar. Bütün çabalarıyla ve gayretleriyle oraya odaklandılar. Dinde hissesi olmayan malûm kesim, yıllarca samimî ehl-i dini dahi “şeriatı istiyorlar” bahanesiyle taciz ettiler, sorguya çektiler, mahkemelerde süründürdüler. “Dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan” bir kısım din ehli de şeriatın ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete bakan ve her mü’minin yerine getirmekle mükellef bulunduğu vecibeleri görmezlikten gelerek, yalnız ve yalnız o yüzde birlik siyasete odaklandılar, var güçleriyle o yöndeki bir çabanın içine girdiler. Böyle bir siyasî faaliyetin içinde bulunan insanlar, yaptıklarının en büyük cihad olduğuna inanarak yıllarca faal bir şekilde particilik yaparak, gönül verdikleri partinin iktidara gelmesi için ellerinden geleni yaptılar. Böyle bir faaliyetin içinde bulunmayı bir nev'î cihad, bir çeşit ibadet saydılar ve bu noktada kendilerine destek vermeyen kişi ve cemaatleri de çekinmeden “küfür” ile itham ettiler. Yüce Allah’ın; “Ben cinleri ve insanları, Beni tanıyıp, bana ibadet etsinler diye yarattım” mesajındaki derin anlamı görmezlikten gelen bu malûm çevrelerin dinimizin temel esasları sayılan ahlâk, ibadet, fazilet, ahiret bağlamındaki vazifelerini es geçip, bütün himmetleriyle dinin yüzde birlik kısmını oluşturan siyasete yönelmelerinin sonucunu ve bedelini hem kendileri, hem de bütün din ehli insanlar öde-meye devam ediyor. Vaktiyle cihad niyetiyle, din adına siyaset yaparak iktidara talip olanların, şimdi gerek Allah’a karşı kulluk vecibelerini yerine getirmekteki zaaflarını, gerek insanlara karşı hiç de hoş olmayan hal ve davranışlarını ibretle seyrediyoruz. 10.05.2009 E-Posta: [email protected] |