Ahmet ÖZDEMİR |
|
Dünya hayatının trafik işaretleri |
İnsan şu dünyada bir yolcudur. Yolcuya en çok yardımcı olan işaretler trafik levhalarıdır. Trafik levhaları doğruysa ve insan doğru anlayabilirse hedefine kolay gider. Müslümanın hayatı bazı kayıtlar altına alınmıştır. Meşrû dairede şahane yaşayabilir. Peki meşrû dairenin sınırları nasıl belirlenir? Dinî ıstılâhta en çok karşılaştığımız iki kelimeyi hatırlayalım: Takva ve amel-i salih. Bana göre bu kelimeler Müslümanların hareket alanlarını belirler, tehlikeli yerlere yaklaşıldığında kırmızı ışık yanar. Şimdi kelimeleri anlamaya çalışalım. “Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.”1 Demek ki, takva yasakların sınırlarını belirliyor. Menhiyat; şer’an haram edilenler, yasak edilmiş, İlâhî emirle men’edilmiş olanlar, nehyedilenler, yasak olanlardır. Günah ise; Allah’ın emirlerine aykırı davranış, uygunsuz fiil, dinî suçlardır. Bir başka ifadeyle takva, Allah’ın haram kıldıklarından ve emirlerine karşı gelmekten sakınmaktır. İnsan korktuğu şeylere yanaşmaz, uzaklaşır. İşlediği günahları tevbe ve istiğfar ile çabuk imha eder. Salih amel, Allah’ın emirlerine göre hareket etmek ve hayırlar yapmaktır. Takva ve salih amelde öncelik hangisinindir? Her zaman şerleri def etmek, faydalı şeyleri celb etmekten önce gelir. Meselâ, oturduğunuz evde yangın çıkmış, ne yaparsınız? Her halde önce yangını söndürürsünüz. Manevî yangınları buna kıyas edebilirsiniz. Manevî tahribat, sefahet ve câzibeli heveslerin arttığı asrımızda bozgunculukları def etmek ve büyük günahları terk etmek sağlam temel olup büyük bir üstünlük ve öncelik kazanmıştır ki bu takvâdır. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyanlar dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Takvâ adeta bir zırhtır. Çünkü günahlar her taraftan hücum eden zehirli oklardır. Bediüzzaman’da takva-salih amel dengesi şöyledir: “Farzlarını yapan, kebîreleri (büyük günahları) işlemeyen, kurtulur. Böyle kebâir-i azime içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır. Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerâit içinde çok hükmündedir.” Bu sözlerden asrımızdaki tehlikelerin ne kadar büyük olduğunu anlıyoruz. Hem, takva içinde bir nev’î salih amel vardır. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Haramın terkinden gelen sevaplar küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Üstadın ifadesiyle, “Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i salihadır.”2 Haramların terkinde önemli olan şu noktayı bir kere daha hatırlayalım: İki çeşit ibadet vardır: Müsbet ibadet, menfî ibadet. Namaz kılmak, oruç tutmak müsbet ibadettir. Günahlardan kaçınmak da menfî ibadettir. İbadetin ibadet olabilmesi için niyet öncelikli şarttır. İki gününüzü yemeden içmeden geçirmek bir gün oruç tutmak yerine geçmez. Oruç tutmaya niyet etmeyen kimse ancak gün boyu aç kalmış olur. Hatta nefsine zulmetmiş olur. Mimsiz medeniyet insanlığın ihtiyaçlarını şiddetlendirip sefahet meyli, ölümü her zaman hatıra getiren pek çok hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış insanlığın gözü önünde ölümü ebedî bir idam sûretinde gösterip her zaman insanlığı tehdit ediyor, bir çeşit cehennem azâbı veriyor. Cehenneme gitmeden cehennemî hayatı yaşatıyor. İşte bu dehşetli insanlık musîbetine karşı Kur’ân-ı Hakîm’in bir buçuk milyar mensubunun uyanmasıyla ve içinde semavî, kudsî kanunlarıyla bin dört yüz sene önce gösterdiği gibi, yine bu bir buçuk milyar insanın kendi kudsî esasî kanunlarıyla insanlığın bu dehşetli yaralarını tedavi edecektir. Eğer yakında kıyamet kopmazsa, insanlığın hem dünya mutluluğunu, hem ahiret mutluluğunu kazandıracaktır. Ölümü, ebedî idamdan çıkarıp Nur âlemine bir terhis tezkeresi gösterecektir. Ondan çıkan medeniyetin iyilikleri, kötülüklerine tam galebe edecektir. Şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın işâret ve rumuzlarından anlaşıldığı gibi, Allah’ın rahmetinden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor. Biz burada olaya Müslümanlar açısından bakmak istiyoruz. Müslümanların önünde helâl-haram ölçüsü vardır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfî gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” Tiryakilik, görenek ve alışkanlıklar haramı helâl etmez. Bediüzzaman en son dersinde bir tehlikeye daha dikkat çekmektedir: Dünya-ahiret dengesi. Dünya-ahiret dengesinde ölçü şu hadis-i şeriftir: “Hiç ölmeyecek gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız!” Şu dünyadan kimler geldi, kimler geçti. Geçenler kabirde günahlarının ezici baskısı altında veya sevaplarının güzellikleriyle baş başa kıyametin kopmasını beklemektedirler. Bizler ise her an onlara katılabiliriz. Dünya fanidir. Bize verilen ömür dakikalarla sınırlıdır. Ama burada çok önemli vazifelerimiz vardır. Dünya ahiretin tarlası olduğuna göre ebedî hayatı burada kazanacağız. Dünyanın sahibi biz değiliz. Bu dünya bir misafirhane, biz ise çok az bir süre kalacak bir misafiriz. Said Nursî dünyayı şu sözleriyle ne güzel özetlemiştir: “Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem ‘Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez’3 sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. “Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyevîye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”4 Hayatta Müslümanlara rehber olacak ölçüler Resûl-i Ekrem’in (asm) sünnet-i seniyyesinde mevcuttur. O neyi yapmışsa en güzelini yapmıştır. Neyi terk etmişse kötü bir şeyi terk etmiştir. Resûl-i Ekrem’i (asm) rehber edinenler yanlış yola gitmezler. Çünkü, o ne güzel rehberdir. Özetle söylemek gerekirse, “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle (farzlarla) zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.”5
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 205 2- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 205 3- Bakara Sûresi, 286. 4- Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, s.118-119 5- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 238 01.06.2009 E-Posta: [email protected] |