Süleyman KÖSMENE |
|
İnsan ve nisyan üzerine |
Mustafa Bey: “Mesnevî-i Nuriye’nin 201. sayfasında geçen, ‘İnsan nisyandan alındığı için nisyana mübtelâdır’ cümlesinde insanın nisyandan alınması ne de- mektir?” Unutkanlık, insanoğlunun en önde gelen sıfatlarındandır. Yerinde kullanılırsa bazen bir nimete, bazen bir rahmete vesîle olur. Yerinde kullanılmadığında bazen vahamet ve dalâlete vâsıta olur; bazen de en hafif ifâdeyle hastalıktan başka bir şey ifâde etmez. Her acımızı, her gün, ilk günkü tazeliğinde hatırlamış olsaydık, hayat çekilmez olurdu. Bu, sevinçlerimiz için de geçerlidir. Her gün yeni tecelliler, karşımızda boy gösterir ve biz dünü, önceki günü, daha önceki günü ve nihâyet derece derece geçmişi unuturuz. Eskilerden iz kalmadan, her yeni günün kederini ve sevincini yaşayabilmemiz için unutkanlık bir rahmet ve nimet hükmündedir. Unutmanın iki halini nazara veren Bedîüzzaman Hazretleri, bunlardan birinin “kemâl hâli”, diğerinin de “dalâlet hâli” olduğunu beyan eder. İnsanın nisyandan alınması; insanın her an, her davranışında “unutkanlık hâline” ya kemal şıkkıyla, ya da dalâlet şıkkıyla mübtelâ oluşundan kinayedir. Saîd Nursî Hazretlerine göre unutkanlığın en kötüsü, iş, çalışmak ve hizmet esnasında nefsin unutulmasıdır. Yani nefsin tembelliğe temayül göstermesi, hizmette kendini geri çekmesi, işte verimsizce oyalanması, tefekkürde mâlâyanî şeylere daha çok kayması, iş ve hizmet almak istememesidir. Nefsin, çalışmakta ve hizmette kendini unutması tam bir vahamet ve dalâlet hâlidir. Bunun için çalışmak “ibadet” hükmünde teşvik edilmiş, alın teri ile kazanılan şeyler helâl kılınmıştır. Kur’ân, “İnsan için çalıştığından başkası yoktur”1 âyetiyle nefsi tembelliğe ve kendini unutmaya karşı uyarmaktadır. Çalışmadan yemek bunun için haramdır. Hizmetlerde ön safta koştuktan sonra, netîcede, ücrette ve mükâfâtların dağıtımı esnasında nefsin unutulması ise unutkanlığın kemâl hâlidir. Nitekim dalâlet ehli, kendisine bir iş veya ibâdet teklif edildiğinde, başını havaya kaldırarak firavunlaşır. Fakat mükâfât ve menfaat dağıtımı esnasında bir zerreyi bile terk etmez. Ehl-i kemâl ise, çalışmak, tefekkür, ibâdet ve hizmet zamanlarında nefsini herkesten önce ileri atar. Fakat neticelerin alınması, fayda ve menfaatlerin temininde nefsini unutur, kendini en geride bırakır.2 Fâtih’in cengâverlerinden Ulubatlı Hasan’ın, muhâsara gecesinde hünkâr çadırına yaklaşarak, “Hünkârım, sizden bir ricâm var. Yarınki hücumda ön safta bulunmak istiyorum. Oysa komutanım buna izin vermiyor. İlk hücum edenler arasında bulunamayacağım” diye sızlanarak, herhangi bir dünyevî menfaat aramaksızın hizmet ve mücâhede için ön safta bulunmak istemesi konumuza örnek teşkil etmektedir. “İyilik yap at denize; balık bilmezse Hâlık bilir” atasözümüzü burada hatırlamalıyız. *** İbrahim Bey: “Yirmi Dokuzuncu Sözde bahsedilen zulmet bahsi, hava ve elektrikten yaratılan zîşuur mahlûklar kimlerdir?” Üstad Bedîüzzaman Hazretleri meleklerin muhtelifü’l-cins olduğunu, yani cinslerinin muhtelif olduğunu beyan ediyor.3 Yirmi Dokuzuncu Sözün, bahsettiğiniz Mukaddime bölümünden sonra gelen Birinci Maksad’ında ve birinci maksadın “Esaslar”ında konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar bulmak mümkündür. Meselâ Birinci Esasta, nurdan, zulmetten, esir maddesinden, mânâlardan, havadan, kelimelerden hayat ve şuur sahibi mahlûklar bulunduğunu beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri, hayvanların pek çok muhtelif cinsleri bulunduğu gibi ruhanî mahlûkların da o lâtîf ve seyyâl maddelerden çok çeşitli cinslerde yaratılmış olduğunu, onların bir kısmının melekler, bir kısmının rûhânîler ve cin cinsleri bulunduğunu kaydeder.4 Yine aynı Esas’ın son bölümünde ise Üstad Hazretleri, daha açık biçimde nardan, nurdan, ışıktan, ateşten, zulmetten, havadan, seslerden, hoş kokulardan, kelimelerden, esir maddesinden, elektrikten ve sair lâtif maddelerden yaratılmış olan ruh ve şuur sahibi mahlûklar bulunduğunu; meleklerin cinslerinin, maddelerin cinsleri gibi muhtelif bulunduğunu, bunlara Şeriatın “melâike, cinler ve ruhâniyât” dediğini beyan eder. Bedîüzzaman Hazretleri bir katre yağmurda görevli meleğin, güneşte görevli melek cinsinden olmadığını, cinlerin ve ruhanîlerin de aynı şekilde muhtelif cinsleri bulunduğunu belirtir.5
Dipnotlar:
1. Necm Sûresi, 53/39; 2. Mesnevî-i Nûriye, s. 201; 3. Sözler, s. 465; 4. Sözler, s. 468; 5. Sözler, s. 469. 01.06.2009 E-Posta: [email protected] |