Selim GÜNDÜZALP |
|
Eyüp Sultan’daki emanet |
Yemen pâdişâhlarına, Melik Tubba derlerdi. Bu Melik Tubba’lardan birinin adı, “Esad” idi. Künyesine de, “Ebu Kerb” denirdi. İki Nasranî bilgini, Yemen Meliki Esad’a; Allah’ın habibi, âhir zaman nebisi, iki cihan güneşi, peygamberlerin efendisi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in üstün vasıflarını, güzel haberlerini anlattılar. Resulûllah Efendimizi (asm), bu iki bilginden iyice öğrenen Melik Esad mübarek yüzünü görmeden Peygamberimize (asm) âşık oldu. Ve o bilginlere; bu şanı, şerefi âlemlere yayılacak olan peygamberi görüp göremeyeceğini sordu. Onlar: “Mümkün olmadığını, Hz. İsa Aleyhisselâm’ın verdiği habere göre; 400 sene kadar bir müddete ihtiyaç olduğunu” bildirdiler. Melik Esad: “Hiç olmazsa, onun zuhur edeceği yeri söyleyin de bir nişan bırakayım!” dedi. Bilginler şöyle anlattılar: “Mekke’de doğacaktır. Orada kendisine peygamberlik gelecektir. Mekke’de kavminden eza gördüğü zaman Allah’ın emri ile Medine-i Münevvere’ye hicret edecektir. Şeriatını da burada açıklayacaktır. Onun dini, doğudan batıya kadar yayılacaktır. Dünyayı iman nuru ile dolduracak, küfür ehlini ezip yok edecektir. Ve orada ebedî âleme teşrif edecektir.” Bu haberi alan Melik Esad, Resulûllah Efendimizin (asm) aşkıyla yanarak Mekke-i Mükerreme’ye gelip Kâbe’yi ziyaret etti. Ve ayrıca Kâbe’ye ilk örtüyü örten de Melik Esad’dır. Yedi çeşit örtüyle örttü. Gerek Mekke’de, gerekse Medine’de pek çok hayırlar yaptı; ihsanlarda bulundu. Ve Medine’de bir ev satın alarak çocuklarından birini oraya yerleştirdi. Ona bir de mektup bıraktı. Mektupta şunlar yazılıydı: “Yâ Resûlallah! Senin vasıflarını, dinini, şevketini, ümmetinin cümle ümmetlerden hayırlı olup Allah katında cümleden makbul ve mükerrem olduğunu ehl-i kitaptan (kendilerine kitap inenlerden) işittim, görmeden sana âşık oldum. Nübüvvet ve risâletini tasdik, dinini ihtiyar, ümmetliğini kabul ettim. Ancak, zaman-ı saadetine erişmek mümkün olmadığı, ömrüm vefa etmediği için zarurî olarak cenâb-ı saadetmeabınızdan niyaz ederim; beni kabul buyurun. Kıyamet günü sancağınızın altına alarak ümmetinizin arasına katın.” Mektubu anberle birkaç yerinden mühürleyerek ipeklilere sarıp küçük bir kutuya yerleştirip oğluna teslim etti ve şöyle bir vasiyette bulundu: “Ömrün tamam olduğu zaman bu kutuyu oğluna teslim et. O da kendi oğluna teslim etsin. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem, nübüvvet ve risâletle şerefyab olup kavminin eziyetinden dolayı izzet ü ikbâl ile buraya hicret edip teşrif buyurduğu zaman kendisine verilmek üzere benim bu kutumu, birbirinize teslim edersiniz” dedi. Kendilerine bol para ve mal bıraktı. Bugün Eyüp Sultan diye anılan ve kendi adının verildiği Eyüp ilçesindeki türbe-i saadetinde olan Ebu Eyyûb el-Ensarî Halid bin Zeyd Hazretleri; Melik Esad’ın yedinci göbekten gelen çocuğudur. Bu kutu kendisinde idi. Fakat, büyük babasından kalan mallar bitmiş, fakirlik yakasına yapışmış olduğundan, başına binen geçim derdi, vasiyeti ve kutuyu unutturmuştu. Efendimizin (asm) Medine’ye teşrif ettiği sırada, hanımı, Hz. Halid’e dedi ki: “Sen de öbürleri gibi kapının önüne yiyecek bırak. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in devesi bizim kapının önüne çöker de bu saadete biz ereriz.” Hz. Halid (ra) hanımına şu cevabı verdi: “Mümkün değil. Bize gelinceye kadar nice evler var. Elbet onların birine çöker. Bu saadet bizim için imkânsız,” dedi ve gözleri doldu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin devesi, yuları boynuna bırakılmış, serbest olarak sağa, sola baka baka ilerliyordu. Etraftan deveye yiyecekler uzatılıyor, çökmesi için çağrılıyordu. Fakat, deve hiçbirine iltifat etmiyordu. Çünkü; Cebrail (a.s.) onu yularından çekiyordu. Halid bin Zeyd’in kapısı önünde hiçbir şey yoktu. Fakat Cebrail (a.s.) deveyi oraya çökertti. Bunu görenler Halid bin Zeyd’in yanına koşup: “Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem’in devesi senin evinin önüne çöktü, bu saadete sen erdin” diye müjdeledikleri zaman, Hz. Halid (ra) ve hanımı sevinçlerinden ağladılar. Hz. Halid (ra) dışarıya çıkıp büyük bir sevgi ve saygı ile Efendimizi (asm) içeriye dâvet etti. Resulûllah Efendimiz (asm), içeriye girince doğruca alt kattaki odaya gitti. Bunu gören Hz. Halid (ra): “Yâ Resûlallah, yukarıdaki odaya teşrif buyurun” diye yalvardı. Resulûllah Efendimiz (asm): “Bizi ziyarete gelenler için burası daha uygundur. Hemen sendeki emaneti getir” buyurdu. Hz. Hâlid (ra) sordu: “Yâ Resûlallah, nasıl bir emanet?” Resulûllah Efendimiz (asm): “Büyük ceddim Melik Esad’ın kutu içindeki kâğıdını getir.” Hz. Halid’in (ra) hatırına o zaman geldi. Hemen emaneti getirip teslim etti. Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz açıp okutturmadan önce şöyle buyurdu: “Dinimi seçtiğini, resûl olduğumu, ümmetimden olmayı kabul ettiğini, şânı yüce Rabbim kabul buyurdu. Ben de onu, ümmetliğe kabul ettim.” Böylece oradakiler iki mu’cize birden görmüş oldular. Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, odada yemek yeyip istirahate geçti. Hz. Halid (r.a.) hanımına dedi ki: “Evvellerin ve âhirlerin efendisi; nebilerin ve resullerin en faziletlisi, muttakilerin imamı, âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın habibi, alt odada kalsın, biz onun üstündeki odaya nasıl ayak basalım?” Resulûllah’ın kapısı önünde uyumadan sabahladılar. Sabahleyin Resulûllah Efendimize: “Yâ Resûlallah! Yukarıya teşrif buyurun. Çünkü; biz, sabaha kadar yüce zâtınıza tazim için uyumadık.” Durumlarını Resulûllah Efendimize (asm) arz ettikleri zaman, şöyle buyurdu: “Yâ Halid! Yüce Hak, seni dünyada ve âhirette muazzez, mükerrem ve muhterem eylesin.” Resulûllah Efendimizin duâsı dolayısıyladır ki; Hz. Halid’e (ra) gösterilen sevgi ve saygı hiçbir sahabeye gösterilmedi. Resûlûllah Efendimizin, Hz. Halid’in (ra) evinde bir rivayette bir ay, başka bir rivayette de yedi ay kaldığı söylenmektedir. Bazıları ise, “sefer ayına kadar,” derler. İmam-ı Beyhaki ile Ebû’l-Hasan Makarrî rivayetlerinde: “Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Medine’ye teşrif ettiği zaman, Medine halkı o kadar sevindiler ki; kadınlar dahi evlerinin damlarına çıkarak şiirler okudular. Şehrin içinde çocuklar, hizmetkârlar: ‘Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem geldi!’ diye çağırışıyorlardı. Nice günler, bayram günlerinden fazla şenlik yaptılar.” ... Yine şimdiki gibi bir Mayıs ayı sonlarıydı. Peygamber duâsına mazhar olan, onu evinde misafir eden Ebû Eyyüb el-Ensarî, ‘ne güzel askerler’den olmak ümidi, Allah’ın dinini yaymak niyeti ile İstanbul surlarının önündeydi. Her ne kadar ellerinde kılıç da olsa, insanlara hakikatleri bildirmenin daha büyük bir cihad olduğunu bilen ve öyle de yapan Eyüp Sultan Hazretleri, oradakilere unutulmaz bir hatırasını nakletti. O hatırayı, Ebû İmran (r.a.) anlatıyor: İstanbul kuşatmasındaydık. Mısırlıların kumandanı Ukbe b. Âmir, Şamlıların kumandanı da Fedâle b. Ubeyd’di. Bu esnada şehirden büyük bir Rum ordusu çıktı. Biz de hemen onlara karşı savaş vaziyeti aldık. Müslümanlardan birisi derhal Rumlar üzerine hücum etti, aralarına daldı, sonra çıkıp yanımıza geldi. Askerler onun için: “Subhanallah!.. Kendisini tehlikeye attı” diye konuştular. Ebû Eyyub el-Ensarî ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ey insanlar! Siz bu âyeti böyle tevil ediyorsunuz ama, bu âyet yalnız bizim hakkımızda, Ensar hakkında indirilmiştir. Allah, dinini yücelttiği ve dinin yardımcıları çoğaldığı zaman, biz kendi aramızda birbirimize Resulûllah’tan gizli olarak: “Mallarımız zayi olmuştur. Artık mallarımızın yanında kalsak da zayi olanlarını tekrar yerlerine koysak” dedik. Bunun üzerine Allah Teâlâ—bizim düşündüklerimize red olmak üzere: ‘Mallarınızı Allah yolunda harcayınız ve kendinizi tehlikeye atmayınız,’ (Bakara, 195) âyetini indirdi. Asıl tehlike, eksilen servetimizi telâfi için onların yanında kalmak istemekteydi. İşte bu sebeple Allah Teâlâ bize savaşı emretti.” Ebû Eyyûb (r.a.) ölünceye kadar Allah yolunda savaşa devam etmiştir. (Beyhakî, 9/45) Rabbim, bizleri bu muazzez sahabelerin şefaatlerine nâil eylesin… Hz. Peygamberimize (asm) sonsuza kadar salâtü selâm; Rabbimize de sonsuza kadar hamdü senâlar olsun. 30.05.2009 E-Posta: [email protected] |