Şükrü BULUT |
|
Hürriyetin istismarı… |
Bazen sihirli bir kelimeye, bazen afet-i devrana, tufeylîlerin elinde kâbusa ve bazen de nazenin ve ürkek bir güzele dönüşen hürriyet hakkında kimler yazmamış ki… Düşmanları veya istismarcıları, onun küçücük bir kusurunu düzeltmek isteyenleri “hürriyet düşmanı” olarak ilân etmişler. Hürriyete bulaştırılan kusurların, hastalık ve eksikliklerin düzeltilmemesi netice itibariyle onun hayatına hatime vereceğinden, âşıklarının herşeye rağmen konuşması gerekiyor. İslâm dinindeki imanî, içtimaî ve ahlâkî eserler, Müslümanların yekûnen hürriyetçi olduklarını ispat ettiğinden, dinsiz felsefe ve sefih dinsizlerin dinimiz hakkındaki tenkitlerine burada cevap vermeyeceğiz. Arz ettiğimiz husus yalnızca Kur’ân’ın teorisini ilgilendirmiyor. Kur’ân’ın hükmü altına girmiş coğrafyalardaki medeniyetin beşikleri, taşıyla, satırıyla, sesi ve çizgisiyle buna şahittir. Karanlığa benzetilen diktatörlüklerin üzerine Kur’ân’la birlikte hürriyet güneşinin doğduğunu, Müslüman olmayan tarihçiler eserlerinde ifade ediyorlar. Buna; Ceziretülarap, Şam-ı Şerif, Bağdat, Maveraünnehir, Endülüs, Sicilya, Kuzey Afrika ve Osmanlı medeniyetleri elbette şahittirler. Geçmişteki İslâm medeniyetlerinin göz kamaştırıcı eserleri, o günlere şahitlik eden binlerce kitap ve belge varken, bu hususta maziye dönmeyeceğiz. Maksadımız, İslâm memleketi olan bu diyarda, dindar idarecilerin yönetim ve gözetimi altında, “hürriyet” fetvasıyla cemiyette bir yangın halini alan “ahlâksızlığa” dikkatinizi çekmekti. Herşeyden önce sefih “hürriyetçi”lerin ileri sürecekleri ‘çağdaş yaşam,’ modernite, asrîlik ve Avrupaî hayat terimlerinin mantıken içi boş birer slogan olduklarını belirtmemiz lâzım. Eğer insanı öne alıp, hürriyeti insana göre yorumluyorsak, onun fizyolojik, biyolojik ve psikolojik sağlığını esas almamız gerekiyor. Fakat başta medyanın, reklâm ajanslarının ve insanlığı cinsellikle tahrip etmek isteyen STK’ların hürriyet adına icra ettikleri şeylerin tümü, insanı ruh ve beden noktalarında çöküntüye götürüyor. Şu hususun da ifadesine ihtiyaç var. Türk milleti için, dinî, sosyal, tarihî ve kültürel yönleri tam bilinmeyen Avrupa’nın örnek alınması, cehalet ve gericiliğin bir başka boyutudur. İskandinav ülkeleri ve bir kısım Rusya’da fuhuş ve alkole karşı devlet eliyle yapılan mücadelenin mahiyetini bırakınız Diyarbakır’dan, İstanbul’dan bile anlamak kolay değil. Türkiye’nin dinî yapısı, sosyal örgüsü, kültürel tarihi ve günümüz hayatını tarafsızca incelediğinde, Amsterdam kaldırımlarında, Şanzelize meydanında ve Berlin sokaklarındaki manzaraların, ülkemiz manzaralarıyla karşılaştırılamayacağını tekrar görmüş oluruz. Burada öne çıkacak bir itiraza dindarların kanma ihtimali olabilir: AB’ye girecek bir Türkiye’de sokaktaki müstehcen reklâma, ekranlarındaki pespaye görüntülere ve sokak ortasındaki uygunsuz kadın-erkek ilişkilerine nasıl itiraz edeceksin? Tekrar her zaman güzeldir. AB projesi dinsiz ve sefih ikinci Avrupa projesi değildir. Hz. İsa’ya inanan, insanî medeniyeti esas alan, dünya barışına hedeflenen güzel bir medeniyet projesidir. Bir kısım masonların, eski bolşeviklerin ve kadını kullanan cemiyetlerin ortaklaşa geliştirdikleri şu rezaletin AB ile hiç alâkası yok. Bahsettiğimiz insaniyet ve İslâmiyet düşmanlarının yalnızca cehaletimizden istifade ettiklerini burada kalın çizgilerle belirtmemiz gerekiyor. Günümüzün elektronik ortamında ulaşabileceğimiz Avrupa’nın saygın gazete ve TV programlarını bizimkilerle karşılaştırdığımızda, bizdeki medya sahiplerinin insaniyete yaptıkları kötülüğü gözlerinizle göreceksiniz. Cehaletiyle değil de; korkaklığı, paraya düşkünlüğü, haricî cereyanlarla beraber çalışmalarıyla aynı çukura düşmüş organizeleri de ayrıca belirtmek gerekiyor. Burada; hukuken, insaniyeten, örfen ve dinen vazifelerini yapmayan siyasî idarecilerin, tarih önünde bir gün perişan olacaklarını düşünüyoruz. Beldenin belediye başkanlığına “dinî unsurları” kullanarak gelenlerin içine düştükleri rezaleti, ancak mahkeme-i kübra temizleyecektir. Dinsizlik ve ahlâksızlık karşısında susarken, konuşmak isteyenleri çeşitli usullerle susturan “dindar siyasetçilerin” şu imtihanda işi hakikaten zor görünüyor. Allah ve insanlık ile arasını bozan bu idarecilerin sefihlere yaranabileceklerini de zannetmiyoruz. Hürriyeti dinsizlere ve sefihlere verip de bu ülkenin hakikî sahipleri olan milletten kaçıranların hangi özrü olabilir ki… İşte yine yaz geliyor. Büyük felâketlere sebep olduğu yüzlerce hadise ile ispatlanmış müstehcenlik, fuhuş ve tefessüh başta İstanbul olmak üzere ülkemizde kol geziyor. Yetkililerimiz ise dindarlarımızı içinde bulundukları “lüküs hayata” çağırıyorlar. Rabbim bazı beyinsizlerin yüzünden İnşaallah hepimizi cezalandırmaz diye duâ ediyoruz. 29.05.2009 E-Posta: [email protected] |