S. Bahattin YAŞAR |
|
‘Euzübillahimineşşeytanirracim’ |
13. Lem’a, insanın apaçık düşmanı olan şeytanın hilelerinden, tuzaklarından ve bu tuzaklarından korunma yollarından bahseder. İbnü’l-Cevzi, ‘Şeytanın Ayartması’ eserinde, insanın özelliklerine, donanımına, takva durumuna göre şeytanının da farklılaştığını ifade eder. Yani alime giden şeytan, cahile gitmiyor. Her işin bir yerlerinde şeytanın bir tezgâhı mutlaka vardır. Şeytanın, normal şartlarda ‘artık seninle uğraşmayacağım, seninle uğraşmaktan bıktım, usandım’ dediği insan yoktur. İmtihan hali her an devam etmektedir. Onun için her insan yaptığı işlerin bir yerlerinde şeytanın izleriyle mutlaka karşılaşmaktadır. Tabiî zaman zaman da şeytan kendini muhatabına inkâr ettirerek varlığını sürdürür. Veya ‘Yahu benim yanında, yakınımda şeytanın ne işi var?’ diyerek tezgâhını işlettirmektedir. Böyleler şeytanın tezgâhının bile farkında değillerdir. Kötüsü de bu.
Hayır işlerdeki şeytanı unutuyor muyuz? Nefis ve şeytan deyince, ehl-i iman kendisini şöyle bir soyutlayıveriyor. Günlük Kur’ân’ını okuyanlar, sünnetine riayete çalışanlar, namazlarını kılanlar, zekâtlarını verenler ve dinin verdiği derslerini okuyanlar ve uygulamaya çalışanlar çoğu kez böyle bir tahlilden kendilerini beri görürler. Oysa, kefesine koyduğu ve istediği yere götürdüğü ve istediği fiili yaptırdığı bir dalalet ehline şeytan, neden, sürekli musallat olma gereği duysun? Onlar zaten hazır kıta. Ama şeytan, kendisinin düşmanını, yani ehl-i imanı, çok iyi seçmekte ve onun üzerine çok amaçlı bir şekilde gitmektedir. Hatta bazen bir taşla beş kuş vurma kabilinden, çok amaçlı adımlar atabilmektedir. Belki de şeytanı en çok sevindiren şey, bir ibadetten alıkoyduğu mü’min, bir hayırdan uzaklaştırdığı ehl-i iman ve bir iman bağını kopardığı Müslüman olmaktadır. Tabiî şeytan kalkıp da, namazı çok seven bir ehl-i salata, ‘gel sen namaz kılma’ demeyecektir. ‘Namazını kıl, ama işin var acele et!’ diyecektir. Veya namaz içinde vesveseler verip, ümitsizliğe atıp, kişiyi ibadetten alıkoyacaktır. Yine şeytan, oruç ehline, ‘Oruç tutma’ demeyecektir, fakat sadece bir aç kalmaktan ibaret olan, bunun yanında gün içinde pek çok günahı işlettirerek, orucun gerçek mahiyetini unutturacaktır. Bir hayırlı adım atılma aşamasında, hemen devreye girerek, ‘at adımını tabi, ama acele etme, iyice düşün!’ diyerek onu yavaş davrandırıp ve hayrı öteleyecektir. Nefsinin tuzağına düştüğünü anlayıp, tövbe, istiğfar yapıp, dönüş yapmak isteyenlere, ‘Sen bu yüzle nasıl Allah’ın makamına çıkarsın? Bu kadar günahla Yaratıcının makamına çıkılır mı?’ diyerek, kişiyi daha da batağa çekecek ve onu haktan, hakikatten uzaklaştıracaktır. Yardım etmeyi sevene de, ‘yardım etme’ demeyecek, ama ‘yardım ettiğin kimseyi minnet altına al ve bununla övün’ diyecektir, gibi örnekler çoğaltılabilir. Onun için hayırlı işlerin muzır manileri çok olmaktadır. Yani bu şu demek, hayırlı işlerle uğraşanların, muzır manilerin nerede, ne şekilde ve nasıl karşılarına çıkacaklarına hazırlıklı olmaları zorunludur. Yoksa gafil avlanmak kaçınılmaz olacaktır.
Şeytan ne zaman sevinir? Şeytan namaz kılanların kendisine ibadet etmelerinden ümidini kesti; ancak aralarını bozmak konusunda ümidini yitirmedi. Özellikle eşlerin arasını açmak şeytanın en çok hoşlandığı iştir. Burada tabiî ki, mü’minler arasında tesanüdü bozacak vesveseler ve bir mü’minin bir hatasıyla bütün masum sıfatlarını ve onun çevresindeki akrabalarını mes’ul tutacak kadar bir zulüm gözlüğü taktırır. Şeytan, Allah’ın rahmetinin sel gibi coştuğu ortamlarda çok daha yoğun bir çaba içerisinde faaliyet göstermektedir. Çünkü, ‘Allah’ın eli (yardımı) cemaat üzerinedir. Şeytan cemaatten ayrılanla beraberdir.’ Yine, şeytanın telkiniyle, ‘Nice kimselerin yanında Müslümanlar gıybet edilir de o susuverirler. Bu kimseler, gıybet günahının işlenmesine, Allah’a itaatsizliğe, Müslümanlara leke bulaştırılmasına sevinmiştir. Ve kötülükten men etme görevini yapma- mıştır.’ En kötü şeylerden birisi de, yapılması zarurî olan bir hayrı geciktirmektir. Bu hayırdaki gevşekliğin sebebi tul-i emeldir. Sabaha varacağı emelini besleyen kimse, o gece gevşek amel yapacaktır. Peygamberimiz (asm), ‘Dünyaya veda edenin namazı gibi namaz kıl.’ demiştir.
Şeytanın kahrolan vaziyeti Şeytan, işlediği günahlardan dolayı nedamet içerisinde olan insanın karşısında kahrolur. O zaman insan, ne yapıp etmeli ve son nefesini teslim etmeden, işlediği günahlara, kırdığı kalplere, yapamadığı amellere karşı büyük bir nedamet içerisinde olup, atılması gereken adımları atmalıdır. İnsan, hak bildiklerini uygulamaya koyduğu, şer bildiklerini de terk ettiği oranda insandır. Yoksa nice insan, nice bilgilerle doludur, ancak o bilgilerin hayata dönüşümü şeytanın hile ve tuzaklarına takılmak-tadır. İnsandaki onay makamları Kabul edelim ki, günlük attığımız bütün adımlarda, aldığımız bütün kişisel kararlarda ya nefis ve şeytanın, ya da kalp ve vicdanın mührü bulunmaktadır. Yani akıl bir düşünceyi davranışa dönüştürürken, ya kalpten, ya da nefisten onay alarak, hareket sinirlerine o şekilde komut vermektedir. O zaman, gün içinde kaç davranışın altında akıl, kalp ve vicdanın; kaç davranışın altında da, nefis, heva ve şeytanın mührü bulunmakta ise, insan ona göre oluşmaktadır. Günün faaliyetlerinin yüzde kaçı kiminse, gün ona çalışmış demektir. Günlük cirolar, aylıkları, aylıklar yıllıkları ve sonuçta da ömrü meydana getirmektedir. Kişi içinde kimi yetkili kılmışsa, o yetkili, o kişi demektir. 23.05.2009 E-Posta: [email protected] |