Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Terhisât var! |
Bediüzzaman Hazretlerinin ölüm hakikati için kullandığı bu tâbir mü’min bakış açısını çok güzel ifade eder. Dünya imtihan meydanı, vazife yeridir. Her canlının bir gün mutlaka tadacağı ecel ise artık vazifenin, imtihanın bittiğini, mü’min için ücret alma zamanının başladığını haber verir. Babaannemizi, kayınvalidemi ahirete uğurlayalı kısa bir zaman oldu. Çocukların ellerinde fotoğraf albümleri, özlemle, birlikte oldukları zamanları anıyorlar. Onların haline baktıkça “Babaanne sevgisi bir başka sevgi şüphesiz” diye düşünüyorum. Her andığımda kendi babaannemi içimdeki özlemden biliyorum. Ben de severdim babaannemi, hem de çok! O sevgiyi ölüm bitiremez ki! Ahirete iman, üzüntüsüz, tasasız zaman kaygısının olmadığı bir âlemde yeniden beraber olacağımız inancı ayrılık acısının açtığı bütün yaralara şifalı merhemler sürüyor, dünya imtihanını başarıyla bitirebilme arzusu veriyor. Kayınvalidemin birlikte olduğumuz süre içinde etkilendiğim o kadar güzel yönleri oldu ki! Kanaati, iktisatı, vaktini bir an bile boşa geçirmemesi, elinden düşürmediği duâ kitapları, tesettürüne dikkati, temizliği, hamur işlerindeki muazzam başarısı, ilerlemiş yaşına rağmen devamlı faaliyet halinde olması… “Bu enerjiyi nerden buluyor?” diye düşündüğüm çok olmuştur. Maharetli elleri adeta bir “geri dönüşüm fabrikası” gibi çalışırdı. Dikiş makinesi açılır, gözlükler takılır, giyilmeyen kıyafetler onun ellerinde sevimli minderlere, seccadelere, paspaslara dönüşürdü. Artık küçülen örgü kıyafetler sökülür, yumak yapılır, özel tezgâhlarda dokunmak üzere Kütahya’ya götürülür, kilimler halinde geri gelirdi. Sıkılmadan, usanmadan, içinden gelerek yapardı bütün bunları! Az malzemeyle muhteşem sofraları özenle hazırlardı. Üzerlerine titrediği torunları börek siparişleri için onun gelmesini dört gözle beklerlerdi! Malûm Tatarların hamur işlerindeki becerisi meşhurdur! Onların kuşağı zor zamanların insanları olduğundan eşyaya bakışları her an tüketim ekonomisinin eğitim tezgâhından geçen bizlerden çok farklı! İmtihanlarımız da öyle! Görüşmek üzere sevgili babaannemiz!
Ali İhsan Tola Ağabeyden ibretli bir hatıra! Geçtiğimiz günlerde rahmet-i Rahmana yolculadıklarımızdan birisi de Tola Ağabey idi. O pek çok özelliğinin yanı sıra sanki bitkilerin dilinden anlayan Lokman Hekim’in günümüzdeki bir temsilcisi idi. Onun bitkilerden yaptığı terkipler, pek çok insanın yarasına merhem oldu. Ali İhsan Tola Ağabey ile ilgili pek çok hatıra olsa da benim dünyamda Tesettür Risâlesi okumalarım sırasında karşılaştığım şu hatıra ile taht kurmuş durumda! Bazen bir söz, bir tavır, bir fiilin insanı ne yüksek mertebelere çıkarabildiğine de ilginç bir misâl bu hatıra. Bediüzzaman Hazretleri Tesettür Risâlesi yüzünden “kanaat-i vicdaniyeye” dayanan bir kararla 1935’te 11 ay hapis yatar. Tesettür Risâlesi’nde suç unsuru olmadığına karar verilen mahkeme Denizli Mahkemesi’dir! Beraat kararının altında Mahkeme reisi Ali Rıza Bey ve hanım bir hâkimin de imzası vardır! Hâkime Hesna Şener Hanım Isparta Senirkentli’dir ve Ali İhsan Tola’nın akrabasıdır. Ali İhsan Tola bundan sonrasını şöyle anlatır: “Beraat kararından bir müddet geçtikten sonra bir gün Üstad Bediüzzaman Hazretleri ‘Ali İhsan, Hesnâ kızıma selâm söyle, ben onu mânevî evlatlığıma kabul ettim!’ dedi. Üstad bunu bana söyledi ama, o zamanlar biz açık saçık kadınların yanlarından geçmezdik. Onun için gitmedim! İkinci sefer Üstadın yanına vardığımda yine ‘Mânevî evlâdım Hesnâ’ya selâm söyle!’ dedi. Yine gitmedim. Üçüncüde ‘Sen hâlâ gitmedin mi?’ deyince artık gitmek bana farz oldu diyerek gittim. Denizli sıcaktı. Vardım odasına girdim, selâm verdim. Kısa kollu giymiş, etekler dizinde... Şöyle kapıya yakın bir yere durdum. Bana ‘Gel bakalım koca Nurcu!’ dedi. Hemşehrilik de var, Isparta Senirkentli’yiz... Akrabalık da var. Beni tanıyor. Ben de, ‘Sen de Nurcusun!’ dedim. Böyle deyince orada bulunan bir görevliye; ‘Sen kapıyı kapat ve bize de iki çay söyle!’ dedi. Bunun üzerine ‘Üstad’dan size selâm getirdim. ‘Mânevî evlâdım Hesnâ’ya selâm söyle’ dedi’ deyince Hesnâ Hanım başladı ağlamaya! ‘Ali İhsan! Ne dünyaya yaradık, ne âhirete... Babama kızıyorum... Beni okutacağına, köyümüzün çobanı sümüklü Hasan’a verseydi... Dinimi, Müslümanlığımı yaşar, çoluk çocuk sahibi olurdum. Enâniyetten, evlenmedim bile!..’ dedi. Dedim ki ‘Hesna Hanım! Ona mânevî evlât olmak, o kadar basit bir şey mi? Bu sana yeter!’ ‘Acaba ona lâyık olabildik mi ki?’ dedi. “Üstadın huzuruna vardığımda, durumu arz ettim. Üstad ‘Ali İhsan, ben onun ismini gavsların, kutupların yanına yazdım, ona ben onlarla beraber duâ ediyorum. Erkekler korktu ama o kendisini ortaya koyarak Kur’ân dâvâsına taraftar çıktı. Yarın mahşerde Kur’ân ona şefaatçi olacak!’ dedi. Bana da ‘Ne o, Hesnâ tesettürsüz diye darılıyor muydun? İşte tesettüre riâyet etmiyor dediğin Hesnâ, Tesettür Risâlesi’ni de beraat ettirdi. Essebebü ke’l-fâil (Sebep olan yapan gibidir) sırrınca, bütün sizin kazandığınız haseneler, sevaplar tamamen ona da yazılıyor. İşte bütün hasene, o beğenmediğiniz Hesnâ’nın şecaat ve cesaretiyle oldu!..’ dedi.” (Zaman, Abdullah Aymaz, 27/07/2008) Evet bazen Hakime Hesna Hanımın yaptığı gibi küçük bir hareket, bir imza büyük bir neticeyi kazandırabilir. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade ediyor: “Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma!” (Lem’alar, 17. Lem’a, 14. Nota) 17.05.2009 E-Posta: [email protected] |