Cevher İLHAN |
|
“Teminatlı” politikaların başarısızlığı |
İçte ve dışta bir dizi garabet devam ediyor. Bush’un “stratejik müttefikliği”yle başlayan ve Obama’nın ziyaretinde “model ortaklık”la devam eden Amerikan eksenli “açılımlar”, Türkiye’nin ve bölgenin aleyhine bir bir kapanmakta. Başarısızlıklar peşpeşe gelmekte. Doğrusu, Danimarka eski Başbakanı Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliğine getirilmesini kabul eden AKP siyasî iktidarı, mahallî seçim sonrası hiç de iyi başlamadı. Ankara’nın tâvizi hiçbir şey elde edemeden boş yere harcandı…
SORULAR HÂLÂ CEVAPSIZ… Bu arada İçişleri Bakanı Atalay’ın, Mardin-Mazıdağındaki katliâmda kullanılan bütün silâhların “koruculara ait olduğunu” açıklamasının ardından “koruculuk sistemi” tartışmaya açıldı. Tam da terör örgütü elebaşısının Ankara’ya, “İmralı’daki terörist başını muhatap alın, bağımsızlık değil özerklik istiyoruz” mesajını yolladığı, Başbakan’ın sözkonusu mesajı okuduğu ve Cumhurbaşkanı’nın Prag dönüşü, “Türkiye’nin en büyük meselesi Kürt sorunu” dediği sırada… Lice’de dokuz askerin şehit edildiği mayın patlamasının ardından asker ve korucuların peş peşe şehit edilmesi ve balistik raporunda silâhların hiçbirinin koruculara ait olmadığının ortaya çıkması, olaylarının zamanlamasının teröre karşı mücadelede büyük etkisi olan koruculuğun kaldırılmasının yanı sıra daha derin plânların ipuçlarını vermekte. Bu durumda İçişleri Bakanı, neden daha tam balistik muayene sonuçları alınmadan silâhların koruculara ait olduğunu söyledi? Küresel güçlerin egemenlik ve menfaatleri projesi çerçevesinde yürütülen plânla, terör örgütünün “Kürt sorunu” üzerinde siyasallaştırılması projesiyle Başbakan’ın ve hükümetin Kandil’le muhatap edilmesi ne netice verecek? Yine 24 Nisan öncesi “Ermenistan sınır kapısının açılması” hesabına gece yarısı hazırlanan hükümetin “yol haritası” muamması tartışmaları ortasında Başbakan Erdoğan’ın Azerbaycan Millî Meclisi’nde “Karabağ işgali sona ermeden ve Azerbaycan’ın rızâsı alınmadan sınır açılmaz” teminatını vermesi, olayların arka plânındaki karışıklığın dışa vurumu olmakta. Gerçekten Türkiye hangi politikayı tâkip edecek? Ankara ile Erivan’ın İsviçre’nin arabuluculuğunda hazırladığı ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’dan Dışişleri Bakanı Nalbantya’na kadar açıkça “Türkiye ile yol haritasında Karabağ konusu, soykırım ve Kars anlaşması- sınır tanıma şartı yok” demeçlerindeki anlamla Başbakan’ın Bakü’deki taahhüdü arasındaki gerçek nedir? Hangisi esas alınacak?
“DIŞ GÜÇLERİN TEMİNATI”YLA OLMUYOR Keza hükümetin AB sürecinde hiçbir kazanım elde etmeden şartsız Fransa’nın NATO’nun askerî kanadına dönmesini “onaylaması”ndan sonra Sarkozy’nin AB üyeliği yerine “imtiyazlı ortaklığı”yla açığa çıkan çarkına karşı Ankara ne yapacak? Başbakan’ın iç politikada olduğu gibi Polonya ziyaretinde meseleyi yine futbol literatürüyle açıklaması, “Maç başladıktan sonra penaltı kuralları değiştirilmez; şık olmuyor, iyi olmuyor, yarın yüz yüze bakacağız” deyip Türkiye’nin önüne takoz koyan Bush’tan sonra Obama’nın dostları Sarkozy ve Merkel’e yüklenmesi neyi değiştirecek? “Zâlimlerin satranç oyunu” olarak tâbir edilen, hegemonya ve çıkar hesaplarına endeksli uluslar arası politik arenada bu tür “yakınmalar”ın ne faydası olacak? Türkiye’nin arabululculuğunda yürüyen Suriye-İsrail barış görüşmelerinin Gazze katliâmıyla kesilmesine Başbakan Erdoğan’ın o denli hayıflanmasına, “tam da bir-iki detay kalmıştı, barış sağlanacaktı” diye Ankara’da beş buçuk saat başbaşa görüştüğü dönemin İsrail Olmert’e târizine karşılık Telvaviv, yeni yeni pişkinlikler sergilemekte. “Dünya Irkçılıkla Mücadele Konferası”nda sırf İsrail’in Filistin’de yaptığı ırkçılık ve soykırımı kınandığı için İran Cumhurbaşkan Ahmedinecat’a tepki gösteren BM Genel Sekreteri Ban-Ki Mun’la görüştükten sonra İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in, Gazze saldırısında bombaladığı BM tesisine dair raporu kabul edemeyeceklerini belirtmesi ve hiçbir zaman özür dilemeyeceklerini tekrarlaması, kaderin bir diğer cilvesi… Keza Başbakan’ın “Davos çıkışı”yla dikkat çektiği yeni İsrail hükümetinden de “Golan tepelerini asla vermeyecekleri” açıklamasının gelmesi, İsrail’in o zaman da Türkiye’yi “barış” diye oyaladığını su yüzüne çıkarıyor. Altyapısı iyi hazırlanmamış ve dış güçlerin “teminatları”na bağlı politikaların akıbetini ele veriyor… 16.05.2009 E-Posta: [email protected] |