M. Latif SALİHOĞLU |
|
Demokrat Parti nasıl şahlandı? |
Demokrasi tarihimizde, 14 Mayıs'ın pek büyük bir ehemmiyeti var. 1950 senesinin 14 Mayıs'ında Türkiye'de ilk kez yapılan serbest seçimlerde muhalefet grubunu temsil eden Demokrat Parti yüzde 53 civarında oy alarak büyük bir zafer kazandı. Bu gelişme, aynı zamanda demokrasinin de zaferi oldu. 1950 yılının Mayıs'ında tek başına iktidara gelen Demokrat Parti, 7 Ocak 1946'da kuruldu. DP'yi kuranlar, bir süre önce çeşitli konularda ihtilâfa düştükleri Halk Partisinden (CHP) koparak, yahut ihraç edilerek ayrılan ve nisbeten liberal olarak bilinen bir grup siyaset adamıydı. DP'nin kurucuları arasında ismi ön plana çıkan şahsiyetler şunlar: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan. Bu isimler, aynı zamanda sekiz ay evvel CHP grubuna verilen "Dörtlü Takrir"e imza koyan kişiler. Türkiye, yeni teşkil edilen Birleşmiş Milletler Teşkilâtına (BM) kurucu üye olabilmesi için, çok partili sisteme geçmek mecburiyetindeydi. İşte, gayr–ı memnunların Halk Partisinden ayrılarak yeni bir parti kurmalarını kolaylaştıran süreç de böylece başlamış oluyordu. İlk önce Millî Kalkınma Partisi kuruldu. Hemen ardından da Demokrat Partinin kurulması çalışmalarına başlandı. Gitgide Halk Partisinin baskıcı, totaliter mânâdaki fikir ve politikalarından uzaklaşan Demokratlar, Temmuz ayında yapılacak genel seçimlere doğru CHP ile aralarındaki makasın büsbütün açıldığı, hatta siyaseten birbirine tamamen ters bir istikamete düştüklerini fark ettiler. Bu noktada, Üstad Bediüzzaman'ın işaret ettiği "Demokratlar, siyasî meslekleri itibariyle Halkçılara zıt" bir kıvama geldiği, kamuoyunca da büyük ölçüde anlaşılmış oldu. Artık, geri dönüşü yoktu bu işin. 21 Temmuz'da genel seçimlere gidildi. Ne var ki, iktidardan düşme korkusu yaşayan Halk Partisi, tedbiren öyle bir seçim sistemi uygulattı ki, demokrasi adına utanç duymamak elde değil. Kısaca "Açık oy, gizli sayım" usûlünün uygulandığı 1946 seçimlerinin bir diğer ismi de "sopalı seçim", yahut "süngülü seçim" diye kayıtlara geçti. Bu ağır şartlar altında yapılan seçimlerde, DP şiddetin fazla uygulanamadığı sadece İstanbul ve birkaç vilayette milletvekilliği kazanarak Meclis'te grup kurdu. Bu tarihten yaklaşık iki sene sonra ise, DP'ye yönelik dehşetli bir bölme harekâtı yapıldı. 1948'de Fevzi Paşanın başkanlığında kurdurulan Millet Partisine, Demokratların toplam 60 kadar olan milletvekillerinin yaklaşık yarısı transfer edildi. MP'ye geçenler ise, daha ziyade milliyetçi/mukaddesatçı olarak bilinen siyasilerdi. Böylelikle, DP'nin içi adeta boşaltılmış oldu. Ne var ki, 14 Mayıs 1950 seçimlerine bir ay kadar kala, MP'nin lideri Fevzi Paşa ölüm yatağına düştü. Önemli bir başka gelişme ise, "dinci" gazete ve mecmuaların hemen tamamı Milletçileri desteklemesine mukabil, Bediüzzaman Said Nursî ve talebeleri ise "Demokratlara nokta–i istinat" olduklarını izhar ettiler. Hatta, Nur Talebelerinden bazıları Demokrat Partinin teşkilâtlarına kaydını yaptırıp resmen de vazife aldılar. İşte, bu dostane tavrın memleket sathında duyulmasıyla birlikte büyük moral kazanan Demokratlara halkın desteği de büyük oldu. Nihayet, seçim günü olan 14 Mayıs geldi ve üç büyük parti birbiriyle kıyasıya yarışarak sandığa gitti. Sandıktan çıkan sonuç şu oldu: DP yüzde 53, CHP yüzde 39 ve MP yüzde 3.1 oranında oy aldılar. Demokratların kazanmış olduğu bu zafer, ülkede tam bir bayram havası estirdi. Hürriyete, demokrasiye susamış insanlar, sevinçten uçacak gibiydi. Memletin her bir köşesine maddî ve mânevî bahar havası gelmişti. Ancak, bu harikulâde atmosferden rahatsız olanlar da vardı. Işıktan, aydınlıktan korkan yarasa tabiatlı bu kimseler, demokrasi bayramının daha ilk günlerinden itibaren sinsice bir faaliyet içine girdiler. 1950–60 yılları arasında yapılan üç genel seçimi de Demokratların kazanıp tek başına iktidar olmaları, vatan ve millet düşmanlarının artık sabrını taşırmış olmalı ki, bir cuntanın eliyle darbe ortamını hazırladılar ve kahraman ordumuzun efradını da emellerine alet ederek, 27 Mayıs 1960'ta milletin hür iradesini hançerleme girişiminde bulundular. Darbeden sonra da Demokrat misyon devam etti; DP'nin yerini AP aldı. Ancak, Adalet Partisi de önce bir muhtıra (12 Mart 1971) ardından bir başka darbeyle (12 Eylül 1980) iktidardan düşürüldü.
MÂNEVİ PROJEKTÖR Bütün bu olup bitenlere Kur'ânî bir projektörün aydınlatmasıyla bakan Üstad Bediüzzaman, 1910'da irad etmiş olduğu Şâm Hutbesinde, aynen şu ifadeleri kullanıyor: "İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkişâfına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. Kırk beş sene evvel (1865) o fecrin emâreleri göründü. Yetmiş birde (Hicrî 1371, Milâdî 1950) fecr–i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr–i kâzip de olsa, otuz–kırk sene sonra fecr–i sâdık çıkacak." (Hutbe–i Şamiye, s. 34) Bu iktibastan istihraç edilebilecek mânâlardan biri şöyle olsa gerektir: 1910'da ifade edilen "45 sene evvel"den kasıt, Ahrar–ı Osmaniye diye tâbir edilen Yeni Osmanlıların ortaya çıkıp teşkilâtlanma tarihi olan 1865 senedir. Hicrî 71'de başlayacak olan fecir ise, 1950'de başlayan ve 1980'e kadar uzanan otuz yıllık Ahrar ve Demokrat mânâsındaki DP ve onun devamı olan AP'nin–kesintili de olsa–muvaffakiyetli iktidar devreleri şeklinde düşünülebilir. Mazisi tâ 144 sene öncesine (1865) gidip dayanan Ahrar–Demokrat misyonunun iktidardan uzaklaştırıldığı ve hatta siyaseten bitirilme noktasına getirildiği 1980'den otuz–kırk sene sonra ise... Allahü â'lem. 14.05.2009 E-Posta: [email protected] |