Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Asker ve Erdoğan |
Ergenekon operasyonu bir taraftan AKP’nin muhaliflerini sindirme ve safdışı etme aracı olarak yorumlanırken, diğer taraftan bunun dönüp AKP’yi de vuracak bir bumerang haline gelebileceğini söyleyenler var. Bu ikinci iddiayı hatıra getiren dikkat çekici işaret ve ipuçlarından biri, ilk iddianamede, bir AKP Genel Başkan Yardımcısının iktidar partisi içindeki hizipleri fişlediğine dair bilgiler içeren bir dokümanın yer aldığına dair haberlerdi. İkinci iddianameden yansıyan dokümanlarda, AKP’yi ve Başbakanı zora sokabilecek bazı başka hususların da ortaya döküldüğünü görmekteyiz. Bunlardan biri, 15 Ocak 2004 günü Genelkurmay karargâhında Başbakana verilen Ulusal Güvenlik brifinginde konuşulanların tutanakları. Bu zabıtlarda, o zaman İkinci Başkan olan Org. İlker Başbuğ’un, ulusal güvenlik adı altında, bu başlıkla hiçbir ilgisi olmayan çok farklı konularda Başbakanı adeta “sorguladığı” gözleniyor. Meselâ “ ‘Tecrübelerimden ders aldım, değişiyorum’ demiştiniz, ama icraatlarınız bu sözü doğrulamıyor” diye sıkıştırıyor Erdoğan’ı ve ondan, “Benimle böyle konuşma hak ve yetkisini nereden alıyorsunuz?” yerine, şu karşılığı alıyor: “Ben gelişerek değiştim. Laiklik tanımına saygılıyız. Devletin temel nitelikleriyle bir sorunumuz yok. Bundan endişe etmeniz bizi üzüyor.” Bu alttan alan tavır, Başbuğ’un hesap soran söylemini, detaylara inip örnekler vererek daha ağır bir üslûpla sürdürmesinde etkili olmuş gibi. Kamu yönetimi, YÖK tasarısı, belediye sınırlarını değiştiren tasarı, millî eğitim müdürleri ve Kur’ân kurslarıyla ilgili düzenlemelerden bahis açarak, “Bunları bize sormadınız” diyor Başbuğ. Erdoğan’ın cevabı yine son derece mutedil: Uyarı ve taleplere karşı olmadıklarını, sayılan tasarılarla ilgili olarak Genelkurmay’ın bildirdiği görüşlere uyduklarını söyleyerek, Başbuğ’u ve onu sözcü tayin eden karargâhı iknaya çalışıyor. AB reformları için de, ayrılıkçılığı teşvik edebileceği kaygısını dile getiriyor Başbuğ ve AB adımlarının yavaşlatılması telkininde bulunuyor. Erdoğan yine gayet uyumlu. Dahası, AB hedefinden vazgeçebileceğinin sinyalini veriyor. “Aralık-2004’te AB’ye giremezsek B planını devreye sokarız” diyerek diğer alternatifleri sıralıyor. (Detaylar, 5 Mayıs 2009 tarihli Taraf’ta.) Bu konuşmanın yapıldığı tarih Ocak-2004. Erdoğan’ın AB için verdiği tarih ise, aynı yılın Aralık ayı. Ama orada gözden kaçırılmaması gereken ince bir nokta var. Aralık-2004’ten “Türkiye’nin AB’ye girmesi gereken tarih” olarak söz ediyor Başbakan. Ne var ki, işin aslı öyle değil. 17 Aralık’taki AB zirvesinden beklenen karar, Türkiye’nin o gün birliğe üye olması değil, üyelik müzakerelerine başlamak için tarih verilip verilmeyeceği idi. Ve çıkan karar da, 3 Ekim 2005’te müzakerelerin resmen başlatılması oldu. İşin ilginç tarafı, bu kararın ardından Erdoğan Türkiye’de “Brüksel fatihi” pankartlarının açıldığı coşkulu şenliklerle karşılandı. Ama ondan sonra AB için hiçbir kayda değer adım atılmadı. Acaba bunun sebeplerinden biri, Başbakanın “17 Aralık’ta AB’ye gireceğimizi zannetmiştik, ama öyle değilmiş” diye düşünmesi ve bunun üzerine, on bir ay önce Genelkurmay’da söylediği B planını devreye sokma kararı vermesi miydi? Bilemiyoruz. Ama süreci hep birlikte yaşadık. AB reformları, Başbuğ’un “Yavaşlatın” telkininin de ötesinde, adeta tamamen askıya alındı ve donduruldu. Faturasını ise beraberce ödüyoruz. 2004’teki brifingde “hesap sorma” ve “hesap verme” tarzında gerçekleşen diyalogun en vahim tarafı ise, hesap soranla verenin, demokrasiyle yönetilen bir ülkede kesinlikle söz konusu olamayacak bir şekilde yer değiştirmiş olması. Kendi görev alanıyla ilgili olarak, bağlı olduğu Başbakana hesap verme konumundaki bir kurumun bürokratı, tersine, kendisini hiç ilgilendirmemesi gereken konularda onu hesaba çekiyor. Ve Başbakan da bunu sineye çekiyor... 14.05.2009 E-Posta: [email protected] |