M. Latif SALİHOĞLU |
|
Cumhur, başkanını seçerse... |
Türkiye'de yapılan ihtilâlcilik oyununun sona erdiğini, darbecilik geleneğinin artık tarihe karıştığını gösteren birçok alâmet, işaret var. Gerek iç ve gerekse dış kaynaklı konjonktürel şartlar darbe yapılmasını zorlaştırdığı gibi, halkın geneline mal olmuş demokratik dinamikler de cuntacılık oyunlarına prim vermeyecek kadar gelişmiş, olgunlaşmış görünüyor. Cuntacı kafalar, şimdiye kadar yaptıkları her darbeye bir kılıf uydurdular. Anarşi ve terörü bahane ettiler, kardeş kanını durdurma teşebbüsünü paravan yaptılar, ülkeyi uçurumun kenarından kurtarma yalanını uydurdular, vesaire... Halkın önemli bir kesimi, ne yazık ki bu yalanlara kandılar, cunta hareketlerine bir şekilde destek çıktılar. En azından, hazırlattıkları "darbe anayasaları"na kabul oyu verdiler. Ne tuhaf bir durum ki, darbelere artık yüz vermeyen, cuntacılara zerrece itibar etmeyen, hatta "28 Şubat" ve "27 Nisan" gibi postmodern teşebbüslere ateş püskürürcesine tepki gösteren şu güzide halkımızın yüzde 92'si, 7 Kasım 1982'de yapılan "Anayasa referandumu"nda "evet" tercihinde bulundu. Şimdilerde ise, vaktiyle "kabul" ettiği o anayasayı beğenmediği gibi, aynı anayasanın istinat ettiği 12 Eylül askerî darbesini yerden yere vurmakta da bir beis görmüyor. Meseleye hangi açıdan, hangi noktadan bakılırsa bakılsın, yine de güzel ve sevindirici gelişmelerdir bunlar. Bunların tamamından daha güzel, daha sevindirici, hatta çok daha ümit verici bir diğer gelişme ise, hiç şüphesiz Cumhurbaşkanının bundan böyle halk tarafından seçilecek olmasıdır. Evet, üç ya da beş sene sonraki cumhurbaşkanının cumhur, yani halk tarafından seçilecek olması, zannımca son yüz yılın en mühim siyasî gelişmelerinden biri olma hüviyetini taşıyacak. (Köksal Toptan'ın yorumuna göre, Abdullah Gül'ün süresi 5. yılda bitiyor.) Zira cumhur, Meşrûtiyet'in ilânından (1908) bu yana ilk kez olmak üzere kendi başkanını seçmiş olacak. Cumhur'un kendi başkanını seçmesi demek, aynı zamanda darbe yapılmasının imkânsız hale gelmesi anlamını taşır. Bu durum, dünyada olduğu gibi Türkiye'de de öyle olacaktır. Darbeciler, eskiden bir kılıf bularak hükümeti devirebiliyor, Meclis'i feshedebiliyor, dolayısıyla Meclis tarafından (zaman zaman yüzde 50'nin altında kalan bir destekle) seçilen cumhurbaşkanını da alaşağı edebiliyordu. Buna rağmen, yine de doğrudan halkla karşı karşıya gelmek durumuna düşmekten kurtulabiliyordu. Ancak, halkın doğrudan (ve mecburen yüzde 50'yi aşan bir destekle) seçmiş olduğu bir cumhurbaşkanını devirmeye ve onu seçen halkın çoğunluğuyla karşı karşıya gelmeye hiçbir cunta cüret edemez, öyle bir cesareti kendinde göremez. Aynı şekilde, halk ekseriyetinin hür iradesiyle seçilen bir cumhurbaşkanı da, nisbeten daha cesur, daha dirayetli, daha metanetli olacak ve cuntacıların dayatmalarına hiç de boyun eğmeyecek, boyun eğme mecburiyetinde kalmayacaktır. Esasında, daha şimdiden ufukta bu vaziyet göründüğü içindir ki, darbe heveslilerinin ümidi de sönüp gitti. Artık işe yaramayacağına kanaat getirdikleri provokasyon amaçlı silâh ve mühimmatlarını elden çıkarıp sağa sola atmalarının bir sebebi de bu olsa gerektir.
Tarihin yorumu 13 Mayıs 1920
Edirne'de Büyük Trakya Kongresi
Edirne'de yapılan Büyük Trakya Kongresi, dört gün süren çalışmalarını tamamlayarak 13 Mayıs (1920) günü dağıldı. Bu kongrenin asıl maksadı, gayesi ve hedefi şudur: Doğu Trakya Bölgesini Yunan işgalinden kurtarmak ve her ne pahasına olursa olsun bu mücadeleyi sonuna kadar devam ettirmek. Trakya'nın muhtelif merkezlerinden gelerek Edirne'de toplanan delegeler, ayrıca Ankara'da kurulan Millet Meclisi ve hükümetle birlikte hareket etme kararında birleşti. Trakya Bölgesinde, daha evvel de "işgale karşı direniş" ve "kurtuluşa kadar mücadele" azmini ateşlendiren faaliyetler sergilenmişti. Bunların arasında, tâ 1918 yılı Aralık ayı başlarında kurulan Trakya–Paşaeli Heyet–i Osmaniye (ismi sonradan Trakya–Paşaeli Müdaffaa–i Hukuk Cemiyeti oldu) ile 13 Mart–7 Nisan (1920) tarihleri arasında yapılan Lüleburgaz Kongresi, önemli birer kilometre taşıdır. Bu kongreden sonra, İngilizler'den kuvvet alan Yunanlıların saldırıları daha da şiddetlendi. Cafer Tayyar Paşa kumandasındaki Trakya Ordusu çembere alındı. Anadolu'dan yardım alamayan ordu, bir süre sonra perişaniyet içinde dağılıp eridi. Çatışmalar esnasında Tayyar Paşa esir düşerken, kurtulabilen askerlerin bir kısmı da can havliyle kaçarak Anadolu'ya sığındı. Düzenli ordunun dağılmasından sonra, Trakya'nın savunması Edirne Kongresi kararları çerçevesinde hareket eden sivillere, milis kuvvetlerine kaldı. Onlar da, iki sene müddetle hiç yılmadan kararlılıkla mücadele etti. Yunan kuvvetlerinin Anadolu'da kesin yenilgiye uğramasından sonra, sıra Trakya'ya gelmişti. İşgalciler, 1922 yılı Ekim ayından itibaren Doğu Trakya'yı boşaltmaya başladı. 13.05.2009 E-Posta: [email protected] |