Cevher İLHAN |
|
Güdük… |
Kabine revizyonunun ardından bizzat Başbakan tarafından yeniden gündeme getirilen “yeni anayasa”da ne yazık ki yine politik gözboyama oyunu oynanıyor. Siyasî iktidar halka karşı Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Ancak peşinden bunun bir “mini paket”le “anayasa değişikliği”ne indirgiyor. Bununla da kalmıyor; sözünü ettiği “20 maddelik değişikliği” daha da küçülterek 10 maddeye indirmekle “mini mini paket” haline getiriyor. Onca iddiayla ortaya attığı “yeni anayasa”yı sivil toplum kuruluşlarına havale edip resmen rafa kaldıran Adalet eski Bakanı Çiçek, şimdi de Başbakan Yardımcısı ve hükûmet sözcüsü sıfatıyla, “İster topyekûn, ister bazı maddeleri olsun, yeni anayasa değişikliğine hazırız” deyip yine ortada konuşuyor. Daha baştan “yeni anayasa”yı “bazı maddeler”le sınırlı duruma düşürüyor. İddianın sahibi siyasî iktidar, hükûmet programında, seçim meydanlarında verdiği onca vaade rağmen âdeta “olsa da olur, olmazsa da olur” havasında; hiçbir ciddî irâde ve belirleyici rol oynamıyor…
SİYASÎ HESAPLARA FEDÂ EDİLİYOR… Oysa başta Yargıtay eski Başkanı Prof. Sami Selçuk olmak üzere hukukçular, 12 Eylül ihtilâli ürünü mevcut anayasa ile demokrasinin işlemediğini, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giremeyeceğini açık açık ifâde ediyorlar. Başbakan’ın TÜSİAD’da, TOBB’da iktidarın ilk ve en başta gelen işi olarak dile getirdiği, AKP’li Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Kuzu’nun, “Ya darbe dönemlerine dönülecek veya yağmur duâsına çıkılacak” ironisiyle darbe anayasasıyla demokratikleşme olmayacağını açıkça bildirdiği süreçte, ne var ki hükümetin geniş ve kapsayıcı bir düzenleme taslağı yok. Yeni Adalet Bakanı Ergin, bir yandan “82 Anayasası ile Türkiye’nin 21. yüzyılda yol katetmesi çok kolay değil, anayasa mutlaka değişmeli” gerçeğini dile getiriyor; diğer yandan AKP grubu içinde “yeni anayasa” değişikliğiyle ilgili bir çalışma yapıldığını ancak bunun henüz parti yetkili kurullarına getirilip tartışılmış bir konu olmadığını söylüyor. “Parti içi çalışma”nın henüz bitmediğini, süreç içerisinde detayların paylaşılabileceğini belirtiyor. Böylece “anayasayı toptan değiştirme” iddiasıyla başlayan “açılım”, birkaç maddelik sığ değişiklerle kalıyor. Anayasa Mahkemesinin yapısının değiştirilerek “parti kapatma kararlarının zorlaştırılması,” dört yıla indirilen milletvekili sürecinin—bu defaya mahsus olmak üzere—tekrar beş yıla çıkarılması ve beş yıla düşürülen Cumhurbaşkanlığı süresinin yedi yıla çıkarılması gibi, basit politik atraksiyonlar yapılıyor. Gerçi Başbakan son demde sözkonusu süreler hakkında “ikisi de olabilir” dedi; ama neticede Türkiye’nin devâsa problemlerinin başında gelen “yeni anayasa”nın evvela “yama”yla değiştirilmesine indirgenip güdükleştirilmesi gerçeği ortada duruyor. Görünen o ki siyasî iktidarın herhangi bir stratejisi yok. Belli ki bütün mesele inişe geçen AKP’nin daha uzun süre iktidarda kalmasını sağlamak. Kısacası Türkiye’nin AB ve demokratikleşme projesi siyasî hesaplara fedâ ediliyor…
DARBECİLERİN “KORUNMASI”NA DEVAM… Her fırsatta “konsensüs”ten bahsediliyor, lâkin AB’nin demokratikleşme için önerdiği yargı reformu, inanç ve ifâde hürriyetinin geliştirilmesi gündemde değil. Siyasî partilerde genel merkez ve lider sultasını devam ettiren, hiçbir demokratik ülkede benzerine rastlanmayan yüzde 10 barajla temsilde adaleti baltalayan siyasetin demokratikleşmesi için siyasî partiler ve seçim kanununun esasından düzeltilmesi, dokunulmazlıkların sınırlandırılması gibi hiçbir ciddî düzenleme bulunmuyor. Keza her dönemde onlarca subay ve astsubayı hayatlarını verdikleri mesleklerinden yargısız, sorgusuz-sualsiz ihrâç eden YAŞ kararlarının yargı denetimine alınması hususunda da bir çalışma yok. “Ergenekon soruşturması”yla “iddianâme”ye göre son beş-altı yılda “darbeyi düşünenler, teşebbüsünde bulunanlar” ya da “darbe ortamını hazırlamak için ülkeyi kargaşa ve kaos ortamına sürüklemeye çalışanlar” yargılanıyor. Lâkin darbe düşüncesini gerçekleştirip darbeleri yapanlar, 12 Eylül ve 28 Şubat “postmodern darbe” döneminde özellikle “irtica uydurması” furyasıyla antidemokratik dayatmaların başında bulunanlar ortalıkta dolaşıyorlar. “Netekim” 12 Eylül 1980 dönemini “Türkiye’nin en karanlık yılları” olarak tanımlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, onbinlerce insana sırf ideolojilerinden dolayı işkence eden ve bizzat darbecilerin itirafıyla “darbe ortamının olgunlaşması için binlerce gencin ölmesini” bekleyen darbeci generallere dünyanın başka ülkesinde katil muamelesi yapılırken, Türkiye’de “ressam-sanatçı” muamelesi yapıldığından yakınıyor. Ama Cumhurbaşkanı 12 Eylül darbesi lideri Evren Paşa’yı Çankaya’da ağırlıyor. AKP siyasî iktidarı, 12 Eylül darbecilerinin ve darbe dönemi sorumlularının “her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemeyeceği ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağı” hükmünü getiren Anayasa’nın 29 yıllık “Geçici 15. maddesi”ni kaldırmaya yanaşmıyor… Demokrasiyi katleden, Meclis’i kapatan, meşru hükûmetleri lağveden, başta 12 Eylül darbesi olmak üzere, darbeleri ve darbecileri koruyup kollayan anayasa maddesinin değiştirilmesine dair en ufak bir irâde göstermiyor… Son haftaların Başbakandan bakanlara “yeni anayasa” ve demokratikleşmeye dair iddialı söylemlerin neticesi bu. Yine dağ fare doğuruyor, yine birkaç maddelik vaziyeti kurtarma ile günübirlik geçiştirme taktiğine başvuruluyor. Böylece, demokratikleşme de, “yeni anayasa” da, değişiklikle güdük kalıyor… 15.05.2009 E-Posta: [email protected] |