Gültekin AVCI |
|
Kürdün Kürdü kırması mı? |
Kalplerimizi burkan ve âleme karşı insanî bir mahcubiyete de büründüğümüz bir faciayı yaşadık geçen hafta. Bilge Köyünde yaşananların, hiçbir sebep, düşünce ve mazeretle izahı kabil değil. Belki PKK ve Mafya’ya bile parmak ısırtacak bir cinnet bu. İnsanlığın ve vicdanın dumura uğradığı bir hazin tablo. Vahşetin sebepleri ve sosyal altyapısı üzerinde durmayacağım. Bilhassa ortadaki elim tablonun cereyan etme sebeplerinin, koruculuk sisteminde aranması ve koruculuğun hedef tahtasına oturtulması doğrusu beni şaşırttı. Köyün korucu köyü olması, uzun namlulu silâhların korucularda olması ve korucularda kaydedilen görevi suistimaller tasfiyeye kâfi sebepler olarak terennüm ediliyor. Koruculuk sisteminin ıslâh edilmesindeki zaruret kuşkusuz aşikârdır. Yer yer suistimallerin olduğu bir hakikat. Peki, bunlara istinaden sayıları 90.000’i bulan korucu kitlesini tasfiye etmekle nasıl bir ortam bizi bekliyor kâfi derecede düşünmüyoruz. Korucu sisteminin tam olarak tasfiyesiyle ortaya çıkacak zemin, rahatlıkla görülebileceği gibi kaotik bir zemindir. Anarşiye meyyaldir. Boşluğun oluşturacağı psikolojiye kim hâkim olursa o hükmeder. Devletin bu bölgemizde bu zamana kadar psikolojik hâkimiyeti başarılı bir şekilde elinde tuttuğunu söylemek kolay değildir. Laisist saplantılardan bölgenin hassasiyetlerine hâlâ nüfuz edilebildiğini söyleyemeyiz. Ama PKK, bu saplantıdan doğan boşluğu değerlendirdi ve PKK İmamlar Birliğini kurdu. Koruculuk sistemini üreten devlet mi yoksa bölgedeki terör ortamı mı? Bölge, terör ve anarşi içinde kıvranmasaydı elbette ki koruculuk sisteminin yörede tatbikine ihtiyaç kalmayacaktı. Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz gibi bölgelerde güvenlik zafiyeti söz konusu değil. Şehirlerin ve köylerin güvenliğini temin edebiliyorsunuz. Peki, terör ateşiyle kavrulan güneydoğuda, ülkenin batısındaki normal sistemlerle güvenliği temin edebildiniz mi? Edemediniz. Bölgede devletin hâkimiyeti günün saatleriyle ölçülüyor, akşam ve gece saatlerinde devletin hâkimiyeti tamamen bitiyordu. Bu zamanları hepimiz yaşadık. Her gün pek çok güvenlik görevlinizi ve vatandaşınızı kaybettiğiniz böyle muhataralı bir hengâmede bizzat o bölgenin insanından neşet eden ve güç alan koruculuk sistemi elbette ki rasyonel bir yaklaşımdı. Şehid asker ve polis evlâtlarımızla birlikte korucular da canlarını feda etmediler mi? Koruculuk sisteminde de Abdülhamid-i Sani’nin Hamidiye Alayları bakışından alâmetler var. İşgale karşı nasıl Hamidiye Alayları devredeyse, bu sefer terörist işgale karşı da korucular tabiî olarak devrede olmalıdır. Gerek Hamidiye Alayları ve gerekse koruculuk sistemi devletin bölge halkını taltif etmesi ve bölge halkına bir güven teveccühü demektir. Yaşanan serencamı hatalı bir zaviyeden görenler, buna Kürdü Kürde kırdırma politikası dediler. Bunun isabetli bir mantığını göremiyorum zira polis teşkilâtı ve TSK içinde pek çok sayıda Kürt olan görevlilerimiz yok mu? Bölgede teröristlerle çatışan Kürt polis ve subaylarımız için de Kürdün Kürdü kırması mı diyeceğiz? Bu manipülatif anlayış Kürt kardeşlerimizi azınlık kabul eden bir perspektiftir. Kuzey Irak Kürt bölgesel yönetimin askerleri, asayişi sağlarken Kürdün Kürdü kırması piyesini mi oynuyorlar? Kürdün Kürdü kırması değil, Kürdün teröristle çarpışması. Kürdün vatan savunması. Kürdün asayişi sağlaması. Bir diğer nokta; acaba katliâmın aktörleri olan kişilerde uzun namlulu silâhlar olmasaydı, yani devletin silâhları bulunmasaydı, bu kişiler ciddî şekilde tasarladıkları o 44 maktulü öldür(e)meyecekler miydi? Devletin silâhları olmasaydı, 44 kişinin öldürülmesi için silâh bulamayacaklar mıydı bu failler? Bölgede silâh bulmanın kolaylığını ve illegal silâh sevkiyatının yoğunluğunu çok iyi biliyorum. Ayrıca polis ve subaylar içinde devletin silâhıyla illegal işlere karışan personel yok mu? O zaman bu teşkilâtlardaki görevlilerin silâhlarını da mı alalım? 15.05.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları |