Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
AB’de takiyye mi? |
Erdoğan’ın, 15 Ocak 2004’te Genelkurmay karargâhında Ulusal Güvenlik adı altında verilen, ama askerlerin kendisinden hesap sorma platformuna çevirdikleri brifingde, “AB reformlarını yavaşlatın” telkini yapan İlker Başbuğ’a verdiği cevabın bir kısmını aktarmıştık. Bu cevabın tümüne bakıldığında, Erdoğan’ın AB’yi ne şekilde değerlendirdiğinin ipucunu veren çok ilginç ifadelerin de yer aldığı görülüyor. “Aralık-2004’te AB’ye üye olamazsak B planını devreye sokarız” sözünden sonra, Bush’a “AB’ye giremezsek NAFTA’ya alın” dediğini aktaran Erdoğan “O da olmazsa Türkî cumhuriyetlerin içinde olduğu bir organizasyona gireriz” diye devam ediyor. Ve Rusya da alternatiflerinden biri. Başbakan için önemli olan, mutlaka güçlü bir organizasyonda yer almak veya bir teşkilâtın başını çekmek. Bu AB de olabilir, bir başkası da! Oysa AB’nin Türkiye için diğerlerinden çok farklı boyut ve anlamları var. Baskıcı, kapalı, hantal devlet yapısından kurtulup demokrasisini geliştirmek; hukuk sistemini çağdaş kriterlere uydurmak; ekonomik ve sosyal düzenini medenîleştirmek gibi kazanımlar bunların başlıcaları. AB üyeliği böyle kapsamlı bir değişim projesi. İçinde yer aldığımız veya dahil olmak isteyebileceğimiz diğer bölgesel ve uluslararası organizasyonlarda böyle bir durum söz konusu değil. Ama Erdoğan’ın sözleri, AB üyeliğinin bu çok önemli farkını ya bilmediği için ya da bildiği halde önemsemediğini gösteriyor ki, her iki ihtimal de düşündürücü. Ve uzun süre danışmanlığını yapmış olan Ahmet Tezcan’ın “Erdoğan önceleri AB için istekliydi, ama sonradan bu hevesini kaybetti” gibi sözlerle ifade ettiğini hatırladığımız gözlemi, bu bağlamda hayli dikkat çekici. AKP lideri AB bahsinde takiyye mi yapıyor? Türkiye’nin AB sürecini ilerletmek için dört buçuk yıldır hiçbir yeni adım atılmadığı vâkıası karşısında, lâfa gelince ve sırası geldikçe tekrarlanan “AB hedefindeki kararlılığımız devam ediyor” söylemleri, inandırıcılığın azalması problemini gündeme getiriyor ve bu suali sorduruyor. İşin bir başka ilginç tarafı, MGK’nın son asker Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç’ın da, henüz bu sıfatı taşıdığı günlerde benzer bir yaklaşımı yansıtan ve yoğun eleştirilere konu olan sözler söylemiş; AB yerine Rusya, Çin, hattâ İran gibi başka adreslere yönelinmesini savunmuş olması. Mâlûm, bilâhare, evvelâ Ankara Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler binasıyla ilgili yolsuzluk iddialarına adı karışan Kılınç, son olarak Ergenekon dalgalarından birine takılıp gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılmış; bunun üzerine, muvazzaf komutan eşlerinin ev ziyareti ve JİTEM’cilikle suçlanıp intihar eden emekli albayın cenazesinde komutanların selâm duruşuyla, arkasındaki Genelkurmay desteğinin sürdüğü görülmüştü. Erdoğan’ın AB bahsindeki duruşunun onunla paralellik arz etmesi çok düşündürücü değil mi? Bir diğer nokta: Türkiye AKP iktidarı öncesinde de birçok uluslararası organizasyonun içinde zaten aktif şekilde vardı. Orta Asya Türk cumhuriyetleri, Tacikistan, Afganistan, İran ve Pakistan’ın dahil olduğu ECO, Karadeniz’de kıyısı olan ülkelerin katıldığı KEİ bunlardan ikisi. Keza Türk cumhuriyetleri liderlerinin düzenli periyodlarla bir araya geldikleri Türk zirveleri. Ortadoğu, Balkan ve Kafkasya ülkeleriyle ikili diyalog ve ilişkileri geliştirmeye yönelik olumlu bir süreç de istikrarlı bir şekilde devam ediyordu. Özellikle 90’lı yıllarda Türkiye, muhataplarını rahatsız ve tedirgin etmeyen pozitif bir etkinlik içinde, ilişkilerin gelişmesine katkı veriyordu. AKP döneminde bunlarda bir gelişme olmadı, tersine kopukluk ve aksamalar yaşandı. Ve şimdi bunun yol açtığı sıkıntılar karşımıza çıkıyor. Buna karşılık, İKT ve Arap dünyasıyla ilişkilerdeki bazı açılımlar AKP’nin başarı hanesine yazılabilir; ama bunların “Türkiye AB’yi bırakıp Ortadoğu’ya yöneliyor” algısına meydan vermeyecek bir denge içerisinde yapılması gerekirdi. 15.05.2009 E-Posta: [email protected] |