Şükrü BULUT |
|
Sular mecrasına (mı) dönüyor? |
Mecrasında akmak ne güzel. Mecrasında yürümek ne tatlı. Mecraya dönüş aynı zamanda fıtrata dönüş değil mi? Kevnî kanunlara müdahale, insanı dolabın altına düşürür ve bitirir. Bunu bilenler teşebbüsten imtina ederler. Sosyal meselelere gelince… İnsanın had altına alınmamış bu duygularıyla ortaya çıkan hadiselerin dehşetini hepimiz biliriz. Dağların tahammül edemediği yüklerin altına zulüm ve cehaletiyle giren insaniyetin sebep olduğu faciaları tarih yazmakla bitiremiyor. Geride bıraktığımız yüzyıllar bu hususa örnek devâsâ felâketlerle doludur. Yalnızca İkinci Dünya Savaşı, tahribat cihetiyle beşer ömründeki geçmiş tahriplere denk bir facia değil mi? Bediüzzaman Hazretleri bu nevi dehşetli tarihî felâketleri müthiş kışlara benzetir. En sert kabukları çatlatan bu zemherirlerin ardı sıra gelecek baharlara nazarlarımızı çevirir. Hakikaten Avrupa’nın 1939-45 yılları arasında yaşadığı dehşetli mevsim, Avrupa’da dinsizliğin ve Türkiye’de dehşetli nifakın burnunu kırmış, ümit dallarını budamıştı. İkinci Avrupa’nın aldığı darbeler, onun takavvüsüne ve Anadolu’daki ilhad hareketinin de inişe geçmesine yol açmıştı. Bediüzzaman’ın geçen asrın başında Avrupa ile ilgili verdiği müjdeler, bu dehşetli kıştan sonra sümbül vermeye başladı. Ayasofya Camiinde Şeyh Bahit’e ve Tiflis Şeyh Sanan Tepesinde Rus polisine verdiği cevapların zuhur mevsimi, bahsettiğimiz dehşetli İkinci Cihan Harbinin akabine rastlar. Avrupa’nın kuzeyinden güneyine doğru Birinci Avrupa’nın “İslâm çizgisi”ndeki hareketiyle Rusya’nın başına gelen felâketler, baharın müjdecisidirler. Sonra hakikî İsevîlerin Yeni Dünya ve Avrupa’daki dirilişlerini Bolşeviklerin Demirperdeden kaçışları takip edecektir. Bitlis’in kardeşi Tiflis’te Nur medreseleri açılırken, Atlas kıyılarından Urallara uzanan Avrupa coğrafyasındaki Kur’ân ve ezan sesleri hep Bediüzzaman’ın Kur’ân’a dayanarak verdiği mutlu müjdeleri bize hatırlatır. Rus dinsizliği terk ederken, eski günlerini ve inançlarını arar. Fakat Troçkilerin önderliğindeki Bolşevikler bin senelik Rus kültür, örf ve geleneğiyle birlikte dinlerini de yıkmışlardır. Ama Rusya dinsizliğe geri dönmeyi reddeder. Yanındaki Hıristiyanlığı, İslâmiyetin yardımıyla inşaya başlar. Topraklarındaki yirmi milyon Müslüman nüfusla âlem-i İslâma köprüler kurar. Bu inançla neoliberal veya neocon elbisesiyle tekrar hücuma geçen eski Bolşeviklere büyük bir mağlûbiyeti tattırarak, az da olsa dinsizlerden intikamını almaya başlar. 11 Eylül ihtilâlinin yardımıyla Rusya’yı Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’la muhasaraya çalışan Bolşevik ve Siyonist ve mason ittifakını da bugünlerde yavaş yavaş çözmeye çalışıyor. Turuncu devrimleri, gül ve kadife halk ihtilâllerini yapanlar, halkın yeni devrimlerinin akıntısına kapılarak Karadeniz’e dökülecekler. Kırgızistan’da olduğu gibi… Bu neticenin kaçınılmaz olduğunu Bediüzzaman’ı okuyanlar biliyorlardı. Zira fıtrata zıt hareket edilmiş; ahlâksızlık, kaos, semavî dinlere düşmanlık ve insanî hayat biçimini sarsan hadiseler buralarda sefahaletle beslenirken, gizliden gizliye bir AB düşmanlığı esas alınıyordu. Adaleti, hürriyeti, refahı, inancı ve insanî değerleri hedeflemiş Birinci Avrupa’nın “hakikî medeniyet” projesini engelleme çabaları çok canlı biçimde günümüzde de devam ediyor. 11 Eylül’den önceki Avrupa mecrasına dönüyordu. Kemalistlere rağmen AB temsilcileri musibetzede Türkiye’yi hürriyet ve barış projesine dahil edeceklerdi. Mağripten bakanlar AB, Maşrikten bakanlar ise “ittihad-ı İslâm” diyeceklerdi. Fakat bildiğiniz gibi tekrar o kışlar yaşanıyor. 11 Eylül’ün çekirge sürüsüyle köpekbalıkları dünyamızı “küresel kriz” denilen bir başka ekonomik zemherire yuvarlıyorlar. İnsaniyet ve İslâmiyet için neticesi çok güzel olacak bir baharın arefesinde olduğumuza inandığımızdan, üzülmüyoruz. Zira sular mecrasına dönüyor. Sarkozy, Angela Merkel ve Berlusconi’ye rağmen AB projesi kuvvet bulacak. Zira modern Bolşeviklerin dünyayı kaldırabilecekleri yeni bir oyunları henüz yok. Suların mecralarına dönüşüne başta Türkiye olmak üzere İslâm dünyası yardım etmeli. Artık yılandan ceylan yavrusu bekleyenleri kendi hallerine bırakarak dört elle hürriyetimize ve hürriyetimizi teminat altına alan Kur’ân’a sarılmalıyız. Bu yolda; İskandinavya’dan, AB kurmaylarından, Vatikan ve Rus politikacılarından geriye kalmak kahraman Türk demokratlarına yakışmıyor. İhtilâlcilerle çocuklarını, oyunlarıyla başbaşa bırakalım. Bakın, dünyada sular mecralarına dönüyor. 15.05.2009 E-Posta: [email protected] |