Şaban DÖĞEN |
|
Dinî konularda tartışma |
Dinî konularda münakaşa yapılabilir mi? Yapılırsa bunun ölçüsü ne olmalıdır? Şüphesiz öncelikle konunun mütehassısı olanlar bu tartışmayı yapmalı. Yetmez; ölçü ve denge muhafaza edilmeli; damara dokunduracak, ihtilâfa meydan verecek tarzda da yapılmamalı. Bediüzzaman Hazretleri bu konularda oldukça hassastı. Tartışmalarda ölçü kaçırılmamalı, ihtilâflara sebep olunmamalıydı. Tarihçe-i Hayat’ta yer alan bir mektubunda, ölçüsü kaçırılan böyle bir münakaşa vesilesiyle oldukça kızmış şu satırları yazmıştı: “Hem, münâkaşa, münâzaa ve mesâil-i dîniyede damarlara dokunacak tarafgirâne mubâhase etmemek lâzımdır ki, Nur aleyhinde garazkârlar çıkmasın. Hattâ bir hiss-i kable’l-vukù ile Mustafa Oruç kardeşimizin Risâle-i Nur’un mesleğine muhâlif olarak birisiyle mubâhasesi, aynı dakikada ona gayet hiddet ve şiddetle bir gücenmek kalbe geldi. Hattâ o Nurdan kazandığı çok ehemmiyetli makamından atmak arzusu oldu, kalben müteessir oldum. Bu benim için bir Abdurrahman’dı, neden böyle şiddetli hiddet ettim?” der ve ilâve eder: “Sonra bu bayramda yanıma geldi. Cenâb-ı Hakka şükür ki, çok ehemmiyetli bir ders dinledi ve o büyük hatasını da anladı, benim burada hiddetimin aynı dakikada da hatasını itiraf etti. inşaallah o keffaret oldu, tam temiz olarak kurtuldu.”1 16 Mart 1926 yılında doğup 10 Şubat 2009 tarihinde Hakkın rahmetine kavuşan, mektupta ismi geçen merhum Mustafa Oruç’a (Ramazanoğlu) hadisenin ne olduğu sorulduğunda yaptığı bir açıklama var. Bundan öğrendiğimize göre Mustafa Oruç henüz tıp fakültesinde bir öğrenci iken Üstadın kendisine hitaben yazdırdığı “Salih Yeşil’le irtibata geç!” meâlinde bir mektup alır. Erzurumlu âlim bir zat olan Sabri Halıcı’yı da beraberine alıp yine Erzurumlu Salih Yeşil’in evine giderler. Salih Yeşil kahve ikram eder onlara. Sonra bir tartışma başlar. Hararetler artar, münakaşalar yüksek perdeden devam eder. Mustafa Ramazanoğlu ise hiç müdahale etmez, sadece dinler. Durumu anlatan Ramazanoğlu, “Üstadımız kendinden kilometrelerce ötedeki bir münakaşayı ruhunda hissediyor ve Emirdağ Lâhikası’ndaki mektubu yazdırıyor” dedikten sonra yorumunu da şöyle yapıyor: “Bence Üstadımız çok üzülmüş. Benim şahsımda onlara mühim bir ders vermiş. Çünkü ben bu hadisede sadece dinleyiciydim. Mevzu ile hiçbir bağım yoktu.”2 Başka bir vesileyle de Üstadın özellikle imanî meselelerde yapılan münakaşalar için de şu hatırlatmayı yaptığını görüyoruz: “Mezkûr mesâil gibi dakik mesâl-i imaniyeyi, mizansız, mücadele suretinde, cemaat içinde bahsetmek caiz değildir. Mizansız mücadele olduğundan, tiryak iken zehir olur; diyenlere, dinleyenlere zarardır. Belki böyle mesâil-i imaniyenin itidal-i demle, insafla bir müdavele-i efkâr suretinde bahsi câizdir.”3 İşte lâhikalar, bu tarz ölçü ve prensiplerle dolu.
DİPNOTLAR: 1. Tarihçe-i Hayat, s. 451. 2. Üniversite Nur Talebelerinden Dr. Mustafa Ramazonğlu, s. 102. 3. Mektûbat, s. 49. 15.05.2009 E-Posta: [email protected] |