Cevher İLHAN |
|
Hamidiye Alayları ve “koruculuk sistemi” (1) |
Mardin-Mazıdağı Bilge köyünde hiçbir “töre”ye sığmayan, kadınların ve çocukların hunharca katledildiği katliam üzerinden ne yazık ki yine bir yığın çarpıtma yapılıyor. Vahşet tablosu, Bediüzzaman’ın bundan bir asır önce devrin gazetelerinde neşrettiği makalelerde ve Şark’taki aşiretlere Meşrutiyeti telkinde, “cehâlet, zurûret (fakirlik) ve ihtilaf” olarak tanımladığı “düşman”a karşı, “mârifet, san’at (sanayi) ve ittihad (birlik ve beraberlik) silâhıyla cihâd”ın bölge ve bütün İslâm dünyası için önemini bir defa daha bildiriyor. “Akıl ile fikr-i milliyetle, meyl-i terakki ile temâyül-ü adâlet ile mehâsin-i medeniyetin (medeniyetin iyiliklerinin, faydalarının) iktibasına muhtacız” dersindeki hakikati bildiriyor. (Münâzârat, 100.) Bediüzzaman’ın “İttifakta kuvvet, ittihadda hayat, kardeşlikte saadet var; ittihadın ipini, zincirini ve muhabbetin şeridini iyi tutun ki size belâdan halâs etsin (kurtarsın)” cümlesiyle dikkat çektiği ve “üç cevherimiz” dediği temel dinamiklerin lüzumunu belirtir. “Milyonlarla şühedânın (şehidin) bahasına kanlarını verdiği İslâmiyet, insaniyet ve bize meziyet veren milliyetimiz” ekseninde özetlediği “üç elmas kılınç” değerindeki çâreleri “adalet, millî ittifak ve muhabbet, maarif ve okuma” tavsiyesinin değerini teyid eder. (Kürd Teâvün ve Terakki Gazetesi, 43.Aralık.1908)
ÇARE, “BÜYÜK MAARİF PROJESİ” Ne var ki Bediüzzaman’ın “maarif projesi” çerçevesinde bundan tam yüzyıl önce yazdığı bu derslerin tek tek okunup olayların arkaplânının tasrihi; bölgenin cehâlet, geri kalmışlık, kin, haset, intikamla karartılmasına karşı etraflı çözümler bulunması yerine, mesele yine günübirlik mevzii tartışmalara boğdurulmakta. Bu kez günâh keçisi “koruculuk.” İçişleri Bakanı’nın açıklamasıyla sözkonusu katliamda kullanılan silâhların “korucular”a ait olması, çeyrek asırdır kırk bin insanın katline sebebiyet veren bebek katili Marksist terör belâsı gözardı edilmesinde kullanılmakta. Bugün teröre mâruz bölgenin kronik problemi haline gelen ve dinle hiçbir alâkası olmayan “koruculuk”tan önce de var olan töre cinâyetleri, kan dâvâları, arazi kavgaları, bu olaydan hareketle “koruculuk sistemi”nin üzerine yıkılmakta. Dahası, bölge insanının dinine bağlılığı üzerinden namaz kılanların uğradığı sözkonusu vahşet, katil ve maktul yakınlarının bütün yalanlamalarına rağmen iğrenç iftiralarla dindarlığa kadar bulaştırılmaya çalışılmakta. Ve ne yazık ki her ne kadar daha sonra “koruculuğun gündemde olmadığı” söylense de, meselenin “eğitim” boyutu ele alınmadan salt “koruculuk sistemi”nin sorgulaması, kamuoyunun yanısıra siyasî iktidarın da tefrikaya zemin açan ve mâlum mihraklardan pompalanan propagandalara geldiğini göstermekte. Başbakan Yardımcısı ve hükümet sözcüsünün, baskından sonra “gerekirse koruculuk sistemi kaldırılabilir” demesi, daha baştan problemin yanlış zeminde ele alınmasına sebebiyet verdirmekte. Hâlâ terör örgütünü açıkça kınamayan ve “İmralı’daki terörist başı ile diyalogu” ve Türkiye’nin 23 özerk bölgeye taksimi ile örtülü bir “federatif sistemi” öneren DTP Genel Başkanı’nın “Devlet koruculara silâh vermeseydi bu katliam olmazdı” saptırması bunun belirtisi. Saldırının perde arkasındaki sebeplerin topyekûn ele alınmasına karşılık, bölgede toplumsal yapıyı tahrip eden teröre “koruculuk sistemi”nin eklenmesi, bu tuzağın tezâhürü… Bundandır ki tartışmaların ortasında Cumhurbaşkanı Gül’ün, ‘’Koruculuk sistemi büyük bir sistem; aksaklıkları varsa gözden geçirilebilir’’ sözleri, en mâkul gerçeğin ifâdesi.
KORUCULUĞUN ISLÂHI GEREKİR, LAĞVI DEĞİL… Bu büyük problem içinde “koruculuk sistemi”nin müsbet-menfi etkisi nedir? Koruculuğun kaldırılmasın neyi getirir? Sayıları 80 bine varan, 50 bini kadrolu 27 bini gönüllü korucunun lağvından hangi boşluk doğar? Bölgede araziyi, stratejik konumu çok iyi tanıyan korucular da olmazsa 40 bin canı alan terör örgütünün vahşeti nerelere varırdı? Koruculuk sistemi kaldırıldıktan sonra yerine ne konulacak? Evvelâ bütün bu soruların cevaplanması gerekiyor. Görünen o ki Osmanlı’nın son dönemindeki “Hamidiye Alayları”nı andıran “koruculuk sistemi”nin kökten kaldırılması yerine ıslâhı icap ediyor. Aynen “Hamidiye Alayları”na benzer bir eğitim ve nizâmnâmeye tabi olmaları zarûreti ortaya çıkıyor. Korucuların, korucu başlarının aynen askerler ve uzman çavuşlar gibi ciddî bir eğitimden geçmesi ve mutlaka seçici olarak görevlendirilmesi lazım. Sistemin gözden geçirilmesi, iç denetime tabi tutulması, ârızalarının düzeltilmesi, mafyalaşan, rant peşinde koşan, husûmet dâvâsıyla eline verilen silâhı rakiplerine karşı istimal eden, kaçakçılık, gasp, haraç, talan ve benzeri suçlara karışan, tıpkı Bediüzzaman’ın “Hamidilik icrâ etmek” dediği, verilen yetkiyi ve vazifeyi istismar edenlerin ayıklanması şart. Bu hususta Bediüzzaman’ın, bundan bir asır önce “ittihadın temeli ve büyük râbıtası” ve “Osmanlının hudud-u mühimini (ehemmiyetli sınırını) muhâfaza ve düşman-ı vatanın tepesine bir ‘asây-ı tehdid’ (tehdid sopası) olarak tarif ettiği “Hamidiye Alaylarına Dair Beyân-ı Hakikat” başlıklı makalesinde “Hamidiye denilen asâkir-i milliye-i Kürdî intizâm ister, lağvı değil” beyânı, “koruculuk sistemi” hakkındaki doğru teşhisi belirliyor. (Şûra-yı Ümmet Gazetesi, 19.Kasım.1908) Çözüm, Bediüzzaman’ın gerçeği tesbitinde… 12.05.2009 E-Posta: [email protected] |