Ahmet ÖZDEMİR |
|
Nurun kahramanlarından Ali İhsan Tola Ağabeyi yolcu ederken |
Geçtiğimiz günlerde Yeni Asya’da “Ali İhsan Tola Ağabey duâ bekliyor” haberini okuyunca hemen eski hatıralar gözümün önünde canlandı. Önce geçen yıllarda vefat eden Mustafa Türkmenoğlu, Mehmed Emin Birinci ve Hilmi Doğan Ağabeyler aklıma geldi. Onların rahatsızlık haberlerinin arkasından vefat haberlerini okumuştum. Gayrı ihtiyârî içimden “Sıra Ali İhsan Tola Ağabeye mi geldi?” diye geçti. Demek sıra ona gelmişti. O da bahtiyarlar zümresine katıldı. Haberleşme artık kolaydı. Cep telefonlarına gelen bir mesaj veya internetten bir email yetiyordu. Vefat haberi hemen ulaştı: “Bediüzzaman’ın Talebelerinden, nurun kahraman ağabeylerinden Ali İhsan Tola Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur” “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” Şüphesiz, Allah’tan gelmiştik ve dönüşümüz O’naydı. Ölüm karşısında tevekkül dersini Nur Üstaddan almıştık. O, bizlere şöyle müjde veriyordu: “Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firakı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâili Hakîmi Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdili mekândır. Saadeti ebediye tarafına, vatanı aslîlerine bir sevkiyâttır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlemi berzaha bir visal kapısıdır.”1 Ölüm idam, hiçlik, yokluk, ebedî ayrılık, tesadüf değildi. Belki Rahîm olan Yaratıcımız tarafından şu fırtınalı dünya kışlasından bir terhisti. Ebedî mutlu olacağımız asıl vatanımıza bir sevkiyattı. Başta Resûli Ekrem (asm) olmak üzere sevdiklerimizin toplandıkları berzah âlemine kavuşma kapısıydı. Geçen yıl yaz mevsiminde bir grup kardeşle Isparta seyahati sırasında Ali İhsan Ağabeyi mütevazi evinde ziyaret etmiştik. Bize evin adresini veren kardeş, “Zili çalın bekleyin. Açarsa girin, açmazsa beklemeyin. Bugünlerde rahatsız olduğu için pek kimseyle görüşmek istemiyor” demişti. “Buraya kadar geldik, evine kadar da gideriz” dedik. Niyetimizi bozmadık, evinin yolunu tuttuk. O ziyaretle ilgili bu aciz ve Furkan Demir birer yazı yazmıştık. Yazılarımız daha sonra Yeni Asya Gazetesinde yayınlandı. O yazımın bir kısmında şunları ifade etmiştim: “Sağlığı her zaman müsait olmadığı için ümitsiz olarak Senirkent’in yolunu tuttuk. Adresi ve tarifini alıp Ali İhsan Ağabeyin kapısına vardık. Zili çalmak istedik. Ancak bir sürprizle karşılaştık. Kapı arkasına kadar açıktı. Pencereden yalnız olduğu ve bir şeyler yazdığı görülüyordu. Önce tereddüt ettik. Sonra selâm verip girdik. Hatıralarını dinlemek istedik. O ise, ‘Risâle-i Nurları okuyun’ dedi. Soru sormanın doğru olacağını düşünüp ‘İmamı mübîn ve kitabı mübîn nedir?’ diye sorularımızı sıraladık. Yaşlı ve rahatsız olmasına rağmen sorularımıza usanmadan ve sıkılmadan cevaplar verdi. Odası boş olmadığı gibi kendisi de boş değildi. Hep bir şeylerle meşgul oluyordu. Kısa bir ziyaret düşünürken saatleri bulan bir görüşme oldu. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık.” O ziyaretimiz ilkti. Odasından karşıda görünen dut ağacına bakıp uzun uzun tefekkür dersi yapmıştı bizlere. Dut ağacından ve tohumundan örnekler verdi. Dut tohumu çok küçük değil mi? Ama ondaki nizam ve intizamı düşünebiliyor musunuz? Dutun özet programı o tohumda saklanmıştı, hiçbir şey unutulmadan. Dut tohumundan dut ağacına ve meyvesine kadar geçen sürede neler olup bitiyordu. Bunlar için hangi ilimlere ihtiyaç vardı? Çok hoş ve tatlı devam eden bu sohbeti bir türlü bitirmek istemiyorduk. O bizden, biz de ondan ayrılamıyorduk. Zaman epeyce geçmişti. İstemeyerek tatlı hatıralarla yanından ayrıldık. Bu sene tekrar gitmeyi, ziyaret etmeyi düşünüyorduk. Ama nasip değilmiş. Dünyada ikinci defa görüşemeyecekmişiz meğer. İnşallah ahirette Üstadın yanında bol bol görüşürüz aziz ağabey. Dünkü insanların gittiği gibi bugün Ali İhsan Tola Ağabey de aslî vatanına gitti. Yarın biz de o vatana gideceğiz. O sevdiklerimize kavuşacağız İnşallah. İmanımız bunu gerektiriyor.
Dipnotlar: 1. Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, s. 380-381 16.05.2009 E-Posta: [email protected] |