S. Bahattin YAŞAR |
|
‘Pozitif Pencere’ vesilesiyle |
“Nasıl bu kadar pozitif olabiliyorsunuz?” diyenlere Birer ihsan-ı İlâhî olarak, Secde çiçekleri, Bediüzzaman ve Şark Düşünceleri (ekip) çalışmalarından sonra, şimdi de Pozitif Pencere ile huzurlarınızdayız. Pozitif Pencere isimli kitabımız İnşallah hayırlara vesile olur. ‘Pozitif Pencere’de ifade edilenler, hayatın içinden kesitlerdir. Zaman zaman gençler, ‘Hocam, hayatın bu kadar sıkıntıları karşısında nasıl bu kadar pozitif olabiliyorsunuz?’ diyorlar. Ben de, ‘Doğrusu ben de şaşırıyorum, siz nasıl olamıyorsunuz?’ diye, takılıyorum ve ekliyorum, ‘Sıkıntıları arttıkça, sığınması artmalı insanın’. Hakikaten sadece ‘varolmak’ bile, başlıbaşına tam bir pozitiflik içerirken, yaşanan her şey, pozitif pek çok mesajlar taşırken ve hatta, hayatın içindeki olumsuzluklar, çirkinlikler, felâket gibi gözüken durumlar bile –neticeleri itibariyle- pek çok pozitiflikler sunarken, nasıl bu kadar negatif olunabiliyor, asıl şaşılması gereken budur. Burada belirleyici olan, ‘olan/biten’e, imanî nazar veya küfrî bakıştır. Bakış, imandan küfre doğru geriledikçe kararan bir sonuç veriyor.
Hayat, imanımız oranında pozitiftir Dikkat çekici olan şudur; bir insan Allah’a iman edecek, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna ve öldükten sonra yeniden dirilmeye inanacak; ama kendisinin/âlemin başına gelenlere, bir anlam veremeyecek, olanları anlamsız ve tesadüfi bulacak; bu, düşünülemeyecek bir şeydir. Yaşananlar böyle bir sonuç veriyorsa, hayatın her alanına yayılmamış bir iman kendisini gösteriyor demektir. İman varsa, hakikî anlamda gam ve kederin olmaması gerekiyor. Bu ikisi, gece ve gündüz gibidir. Biri varsa ve hayata hükmediyorsa, diğeri yok veya etkisiz demektir. Ya da ‘Pozitif Pencere’den hareketle; insanda, ‘Pozitiflik artarsa, negatiflik azalır; negatiflik artarsa pozitiflik azalır.’ Biri, diğerini siliyor.
Negatif olan, imanınızı sorgulamalıdır İman varsa, küfrün; küfür varsa, imanın azalması beklenen bir sonuçtur. Küfür; karanlıkları, olumsuzlukları, sahipsizlikleri, yetimlikleri ve böyle bir ruh hali de, korkuları, endişeleri, vesveseleri netice verecektir. İman ise, aydınlığı, olumlu-olumsuz neticelerin –bizzat veya neticeleri itibariyle- güzellikleri, her şeyin bir sahibi var olduğu inancını, yaşananların bir veya birçok hikmetler içerdiğini, insanın bir programın parçası olduğunu, kendisine düşen kadar, kendisini aşan konuların da var olduğunu bilmeyi ve buna iman etmeyi gerekli kılıyor. Bundandır ki, ‘Hakikî iman etmiş bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, muhtemeldir ki onu telâşa sevk etmeyecektir.’ Çünkü hakikî anlamda iman etmiş bir kişi, yaşananları sahipsizlikler içerisinde değerlendiremeyecektir. ‘En küçük hatırat-ı kalbinden geçenleri bile, bir hikmet, bir irade ve ‘Yaratıcı-kul’ bağlamında ele alacaktır. İrade eden, ‘Müsebbib’ül-esbap’ anlamında, yani sebepleri de Yaratan olarak, şartları da sebepleri de ve hatta isterse, hikmetlere binaen, sebepsiz olarak da yaratabilecektir. Bu hale iman eden için, ‘İman, hem nurdur, hem kuvvettir, hakikî imanı elde eden bir adam, kâinata meydan okuyabilir’ cümlesi negatifliği ortadan kaldıran bir durumdur.
Pozitiflik, görülenlerde değil, görendedir; dışta değil, içtedir İnsanın kendisi aciz olduğu için, çoğu şeyi, kendi hissettikleriyle değerlendirebilmektedir. Nitekim insanı çoğu yanlışlara iten sebep, kalbinde oluşmuş olan korkudur. Korku ise, şöyle oluşur: “Nifak, imanın hilâfına, kalpleri ifsat eder. Kalbin ifsadı ise yetimliği intaç eder. Yani bozuk olan bir kalp, kendisini sahipsiz, maliksiz, yetim bilir. Bu haletten korku neş’et eder.” İşârâtü’l-İ’câz, s. 104 Korku, kalbinde oluşmuş fesadın bir sonucudur. Fesad, nokta-i istinat ve nokta-i istimdadını kaybettirir. İnsanın ihtiyaçları hadsiz, düşmanları nihayetsiz olduğundan; ihtiyaçlarına karşı bir dayanak noktası, düşmanlarına karşı da bir sığınma noktasına ihtiyaç duymaktadır. Ve yine, “Münafık olan adam âlemi, musîbetleriyle öldürücü, belâlarıyla boğucu, dehşetli hadisatıyla tehdit edici, şedaidiyle sıkıcı bir şekilde görür; bütün dünyayı envaıyla beraber kendisine adavet etmekle ittifak ettiklerini zanneder. İşte o münafığın zannına göre, âlemde ona menfaat verecek hiçbir şey yoktur. Bütün eşya ve mevcudat onun aleyhindedir.” İşârâtü’l-İ’câz, s. 122. Nokta-i istinat ve istimdadını kaybeden için, büyük bir helâket vardır. Halbuki, mü’min olan zat, nur-u imanın iktizasıyla, kâinatın yaptığı tesbihleri ve tebşirleri manen işitir, ferahnak olur. İşârâtü’l-İ’câz, s. 122. Böyle bir insan, hadsiz ihtiyaçlarına karşı nokta-i istinadı ve nihayetsiz düşmanlarına karşı nokta-i istimdadı Cenâb-ı Hak olarak bulduğunda, bütün insanların ve hadisatın karşısında titremekten ve korkulardan sıyrılacaktır. Her şeyin Sahibi’ne, her şeyi Bilen’e, Görüp Gözeten’e ve hatta insan en cüz’î işleriyle dahi İlgilenen’e; dayanması, dünyevî ve uhrevî büyük bir saadeti netice verecek ve pozitifleşecektir. Dünyevî ve uhrevî rızıkları Veren’e iman etmek; O’nun Kitabı ve Peygamberleri ile ilettiklerini kabul etmek ve uygulamak en büyük bir pozitif dönüşüm hareketidir. Aksi halde, hem iman ettim deyip hem de olup biten işleri sahipsizlikle yorumlamak, tesadüfe havale etmek, O’nun emir ve yasaklarını dikkate almamak, hayata model olan peygamberini ölçü kabul etmemek, bir de ihlâl ve ihmaller karşısında bir kul olarak tevbe etmemek; o insanın imandan hissesi olmadığına delildir. Böyle bir insanın da korkmaması, negatif olmaması mümkün değildir. Sahipsizlik düşüncesi en büyük negatifliktir. İman, Pozitif Pencere’nin kaynağıdır. İman ne kadar parlarsa, hayat o nispette şeffaflaşıp, güzelleşecek ve pozitifleşecektir. Hasılı, pozitiflik, görülenlerde değil, görendedir. Dışta değil, içtedir. İç de dışa aksedecektir. 16.05.2009 E-Posta: [email protected] |