Selim GÜNDÜZALP |
|
İnancı olanın yolu kaybolmaz |
akınılan göze çöp batar. En çok neden korkar ve kaçarsa insan, ne hikmetse başına o gelir. Ondan imtihan edilir. Neyi seversek sevelim, neyi korumaya kalkarsak kalkalım tek başına tedbir yetmez; o şeyi Allah’a emanet etmedikçe çıkış yolu bulamayız. Acılarımızı susturamayız… Bir daha isteseniz de olmayacak, bulamayacaksınız. Bu hayatı bir daha asla yaşayamayacaksınız. En iyi şeyler aslında hep en yakınımızdadır. Boşuna aramayın sağda solda. Öyle uzak, öyle yakındır onlar… Soluduğumuz havada; gözümüzün önündeki ışıktadır. Belki bir dalda şakıyan kuştadır. Kalabalıklarla sürüklenmekten vazgeçmeyen göremez bu davetkâr nimetleri. Duyamaz bu sesleri. Yıldızları yakalamak yerine, yürüdüğümüz hayat yolunun önündedir her şey ve her nimet. “İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız, ferâizle (farzlarla) zinetlendiriniz. Ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” (Sözler) Küçük şeylerin tadını çıkaramayan bir gün dönüp geriye baktığında, kaçırdığı ya da pek fazla önemsemediği şeylerin aslında hepsinin büyük şeyler olduğunu anlar ama, geride kalmıştır ve geçmiştir o günler artık. Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak ve semaya doğru ağlayarak bakmaktadır. Pişmanlık kapıdadır. Şimdiyi yaşanır kılmaktan başka çaremiz yoktur. Senden başka hiçbir şey, bizi kendimize götürmüyor Allahım. Bir gönül adamının, çarşı ve sokaklarda yankılanan: “Allah de, boş durma!” sözünden daha gerçek bir şey yok gözümde. Yeter ki, bir dil ihlâsla Seni söylesin, bir ses Seni ansın, ister salâda, ister ezanda fark etmez. Ve her çağrıda Senin adının büyüklüğüdür yankılanan ve içimdeki o masum çocuğu uyandıran. Sadece Senin o güzel adındır Allahım. Hata, günah, her ne kadar biz kullarına yakışmasa da, af ve mağfiret Sana yaraşır ve Senin şanındandır Allah’ım. Kur’ân’da, “Eğer yaptıklarına bir son verirlerse, şüphe yok ki Allah (cc) tarifsiz bağışlayıcıdır, eşsiz merhamet kaynağıdır” (Bakara: 192) buyurduğuna göre, şefkatli ve Yüce Rabbim, pişmanlık kapısını hep bizim için açık tutmaktasın. Suçlu ve günahkâr biz kullarını hep tövbeye özendirmektesin. Hayata yeniden başlamaya çağırmaktasın. Ne mutlu dâvetin eriştiği o bahtiyar kullarına. Bizi de bu rahmetten uzak tutma Allah’ım. Yâ Rabbi! Ölüm sabahı gelip çatmadan, gönlümüzü şu oyundan soğut da bu ibretsiz seyirden ve hikmetsiz seyrandan vazgeçelim. Takılmayalım şu dünyanın boş işlerine. Apaçık düşmanımız olan şeytanın adımlarını izlemeyelim. Gerçeğine yönelelim. Bu tuzakları görelim, fark edelim İnşaallah. Bulutların, kuşların ve sararıp solan güneşlerin, onların peşisıra sürüklenen düşlerin ve akşamüstleri okunan o mübarek Yasinlerin, duâların hürmetine, ruhumuzu ve kalbimizi sana yönlendir. Sende ve Senin kudsî esmanda bulduğumuz kadar kendimizi, hiçbir yerde, hiçbir şeyde bulamıyoruz. Tatmin olamıyoruz. Giden gitsin, geçen geçsin, Sen varsın ve bize Sen yetersin Allahım. *** En iyi şeyler en yakınımızda… Hep ve her dâim. Bir şansınız daha yoktur, konuşurken, bakarken, kayar gider hayatla beraber verilen bütün nimetler bir bir elimizden… Ne zaman ki, şu dünyada geçireceğimiz sürenin sınırlı olduğunu ve bunun da ne zaman dolacağını asla bilemeyeceğimizi kavradığımız gün, işte o gün ve o zaman hayat gözümüz dört açılmış demektir. Her günümüzü sahip olduğumuz tek günmüş gibi dolu dolu, dopdolu yaşamayı ancak o zaman öğreniriz. Aslında her zaman bir fırsat ve bir imkân hep vardır. Çünkü Allah’ın (cc) rahmeti sonsuzdur ve sınırsızdır. Rüzgârın yönünü değiştiremediğimiz zamanda bile, yelkenlerimizin yönünü rüzgâra göre ayarlayabiliriz. İnsan başıboş değildir. Allah (cc) kendini arayanlarla beraberdir. Sevgimizi, kendimizi vermeden yaşadığımız her an enerjimizi lâyıkıyla kullanmadan sadece ve bencilce yaşadığımız bir andır. Yok başka bir gün, yok başka bir bahar. Belki de bu bahar, son bahardır. Öyleyse kadrini bilmeli geçen dakikaların… Bugünü yaşamayı yarına erteleyenler, hayatla acı bir oyun oynuyorlar. Oysa hayat ne güzeldir. Allahımızın bize en güzel ve en şirin bir nimeti ve armağanıdır. Bakmayın kısalığına siz onun, o kısacık hayat ile ebedî bir hayatı kazanmak için burdayız. Rabbim, içimizdeki o cevheri, o kabiliyeti, yolunda kullanan kullarından eylesin. Bu kısacık ömrün ne faydası var diye merak edenlere, Bediüzzaman cevap veriyor: “Başkalarının dünyası gibi çabuk yıkılır, bozulur, benim de hususî bir dünyam var. ‘Bu hususî dünyam, bu kısacık ömrümle ne faydası var?’ diye düşündüm. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki: “Hem benim, hem herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh; ve hergün dolar, boşalır bir misafirhane; ve gelen geçenlerin alış verişi için yol üstünde kurulmuş bir pazar; ve Nakkaş-ı Ezelînin teceddüd eden, hikmetle yazar bozar bir defteri ve her bahar, bir yaldızlı mektubu ve herbir yaz bir manzum kasidesi; ve o Sâni-i Zülcelâlin cilve-i esmâsını tazelendiren, gösteren aynaları; ve âhiretin fidanlık bir bahçesi; ve rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı; ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm. Bu dünyayı bu sûrette yaratan Hâlık-ı Zülcelâle yüz bin şükrettim.” (Lem’alar, 8. Rica, s. 233) *** Mısır yapımı mistik bir filmden bir sahne. Küçük kız çocuğu ıssız çöldeki yolculukları sırasında dedesine soruyor: “Dede, bu uçsuz bucaksız çölde kaybolmaktan korkmuyor musun?” “Hayır” diyor ihtiyar, hikmetli bir cümle ile sözünü bağlıyor: “İnancı olanın yolu kaybolmaz.” Niye kaybolsun ki, hem yolculuk O'nun için ve O'na doğru oldukça, o yolda başına ne gelirse gelsin insanın pek fark etmez. Çünkü kulun gücünün bittiği yerde, Allah’ın yardımı başlar. Hayat gölünün ortasında bir damladır insan. Göle düşen damla göl olur. Çöle düşen damla ise, toz olur, buharlaşır, çöl olur. İşte bir damla iken göle karışan ve göl olan bir sahabenin öyküsü: “Yunus bin Bükeyr şu hadiseyi nakleder: Ulbe b. Zeyd (r.a) bir gece dışarı çıktı ve bir süre namaz kıldıktan sonra ağlayarak: “Allahım! Cihadı emrettin, bizi cihada teşvik ettin ama ne savaşa gidebileceğim, ne de Resûlüne beni savaşa götürebileceği imkânlar verdin. Ben de, malıma, canıma, şeref ve haysiyetime tecavüz eden bütün Müslümanları affediyorum” dedi. Sabahleyin ashabın arasında otururken Resulûllah: “Bu gece herkesi affeden nerede?” diye sordu. Hiç kimse kalkmadı. Resulûllah tekrar: “Bu gece herkesi affeden nerede? Ayağa kalksın” buyurdu. Ulbe kalktı, Resulûllah’ın (asm) yanına gitti ve olup biteni anlattı. Bunun üzerine Resulûllah ona: “Seni müjdelerim. Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim, bu yaptığın bağış, makbul olan zekâtlar arasına kaydedilmiştir” buyurdu. (Bidaye, 5/5; İsabe, 2/500; İbn-i İshak)… *** Evet, derler ki, himmeti ve gayreti yüce, hayırsever insanlar üç sınıfa ayrılır: Çakmak taşı, sünger ve arı kovanı olmak üzere. Çakmak taşından bir şey alabilmek için ona çekiçle vurmak gerekir. Ve alabildiğiniz ancak çakmak taşı ve kıvılcımdır. Süngerden bir şey alabilmek içinse onu sıkmak gerekir. Ne kadar çok sıkarsanız o kadar çok şey alırsınız. Ancak arı kovanının balı ve tadı ise dışarı taşar. İşte muazzez sahabelerin fedakârlığı bu nev'îden olup, çağları aşar bize de ulaşır. Rabbim şefaatlerine nâil eylesin… Hz. Peygamberimize (asm) sonsuza kadar salâtü selâm; Rabbimize de sonsuza kadar hamdü senalar olsun. 16.05.2009 E-Posta: [email protected] |