Mehtap YILDIRIM |
|
Kelebeğin dâvâsı |
Kelebekler çok narin, çok güzel ve çok sevdiğimiz varlıklardır. Zar gibi incecik, rengârenk ve çok san'atlı yaratılmış kanatlarıyla dikkat çekerler. Ömürlerinin bir gün kadar kısa olması da en çok dikkatimizi çeken özelliklerinden biridir. O bir günü en güzel şekilde neşe ile geçirirler. Karanlığı hiç sevmezler. Hep ışığa doğru, çiçekli bahçelere doğru kanat çır- parlar. Gece olduğu zaman ortaya çıkan bir kelebek türü de, nerede bir ışık görse ona doğru uçar ve ışığın etrafında pervane gibi dönmeye başlar. Çoğu zaman da o narin kanatları kavrulur ve yanar. Bununla ilgili Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin bir çocukluk hatırası vardır. Üstad çocukken caminin hocasından ders almaktadır ve her gün eve yeni bir şeyler öğrenmenin heyecanı ve neşesi ile dönmektedir. Ancak bir gün eve çok üzgün bir vaziyette döner. Bu hâlinin sebebini merak eden anne ve babasına derdini anlatır. Geceleri caminin aydınlanmasında bir idare lambası kullanılmaktadır. Bu lambanın etrafına gelen kelebeklerin hepsi bir süre sonra yanarak ölmektedirler. Bu kelebeklerin hâline çok üzülen küçük Said, kelebekleri kurtarabilmek için bir çözüm yolu bulmuştur. Babasına: “Lambanın etrafına bir kafes yapsan, hem cami aydınlanır, hem de ışığa gelen kelebekler kafese çarparak ölmekten kurtulurlar” der. Babası da tebessüm ederek bu isteğini yerine getireceğini söyler. Kelebeklerin bile bile, göz göre göre ateşe atlamaları; ışığa duydukları muhabbet yolunda kendini fedâ etmekti. Küçük Said de çok geçmeden kanatlanıp yuvadan uçtuğunda hep Nur’a doğru kanat çırparak, başkalarının dünya ve ahiretini kurtarabilmek için kendi hayatını feda etmiştir. Uzun, bereketli, bir o kadar da çileli bir ömür sürmüştür. Vatanın üzerine çöken kara bulutlara rağmen “Gelecekte bir nur görüyorum” diyerek ümitle ışığa doğru kanat çırpmaya devam etmiştir. Hatta bu dâvâ uğruna seve seve ateşe atlamayı dahi göze aldığını, “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanı kurtarmaya koşuyorum” sözlerinden anlıyoruz. Bu uğurda değil dünyasını ahiretini de feda etmeyi göze aldığını ise, “Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım. Çünkü; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur” sözlerinden anlıyoruz ki; bedeni kavrulup yanarken, ruhu ve gönlü saadet saraylarında, gül bahçelerinde huzur içinde olacaktı. Zira, yeter ki başkaları kabir azabından ve cehennem ateşinden kurtulsun, bu ona en büyük mutluluktu. Hakikî aşk; böylesi bir şefkatle, çileyi göze almakla mümkün olsa gerek. Aşk, kendini dâvâsına adamaktır. Aşk, yanmayı göze almaktır. Ömürleri çok kısa olmasına rağmen kelebeklerin dahi uğruna kendini fedâ ettikleri bir dâvâsının olması ne kadar ibretli. Kısa ve fani ömrümüz bir şekilde geçmekte. Geçici dünya menfaatleri peşinde kanat çırparak mı bitip tükenmesini isteriz; yoksa hakikî aşk yolunda kanat çırparak ebedî saadet saraylarına ve gülistanlara uçmak mı isteriz? Biz hangisine talibiz? Hayatımızı gözden geçirip bir düşünelim... 21.05.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (06.05.2009) - Zengin olmanın yolu |