Ali FERŞADOĞLU |
|
Seçim ve meşveret üzerine |
Hür irade ve seçim aynı zamanda iman ve imtihan esaslarıyla bağlantılı. Zira bu dünyaya imtihan olmaya gönderildik. Bunun içinde hür irade ile donatıldık. İmtihan olabilmemiz buna bağlı. Hürriyet, imanın özelliğidir. İmanın hürriyet boyutunun idareciliğe (aile reisliğinden devlet yönetimine dek) yansımasının en önemli esasları arasında da yine meşveret ve seçim yer alır. Yani, fikirlerin hür bir şekilde ifade edilebilmesi ve istenilen kişinin seçilebilmesidir. Yegâne örnek ve model, Asr-ı Saadet’tir. Peygamberimizin (asm) vefatından sonra halife seçiminde üç görüş ortaya çıkar: Sahabilerden bir grup, seçilecek halifenin, Muhacirler’den; diğer bir grup Ensar’dan, üçüncü bir grup ise “Bir Muhacirlerden, bir de Ensardan seçilmeli” görüşünü savunuyor ve tartışıyorlardı. Şiddetli tartışmaların ardından, o zamanın şartlarına göre “biat” seçimiyle, “Muhacir”den, Kureyş’ten Hz. Ebûbekir (ra) seçildi ve muhalif düşüncede olanlar dahil herkes omuz omuza vererek hizmetlerine devam etti. Ve diğer halifeler de seçimle işbaşına gelmişlerdir. Saltanata dönüş ise, halife olarak seçilen Hz. Hasan’ın (r.a.) feragatinden sonradır. “Seçimlerde kulis olmuyor mu? Kulislerle icrâ edilen bir seçim nasıl sağlıklı olabilir?” diye soran muhterem bir okuyucumuzla şöyle bir diyaloğa girdik: “Eğer kulis, ‘Falancayı seçin, filancayı seçmeyin, zira, falancanın şöyle özellikleri var, bu işin hakkını verir, falancanın ise ne çapı, ne mahareti, ne zamanı, ne şartları müsaittir!’ şeklinde yapılıyorsa, meşrûdur. (Örneğini Asr-ı Saadet’ten verdik.) Ancak, eğer kulislerde cerbeze (demagoji), yalan, iftira, gıybet yapılıyorsa, bu yerilmiş, kovulmuş kötü hasletler, her zaman ve her zeminde gayr-i meşrûdur, günahtır, vebaldir.” “Seçimde listeler hazırlamak doğru mu?” “Senin, ‘A şahsını seçmeyelim. Zira, konumu, durumu, şartları, çapı buna müsait değil!’ deme hakkın var mı?” “Var tabiî ki!” “Peki, benim de senin için aynı şeyleri söyleme hakkım var mı?” “Şüphesiz var!..” “Bunları sözlü olarak yaptığımız gibi, yazılı da yaparız, imâen de yaparız, işaretle de yaparız! İşte, seçimlerde liste de bundan ibarettir…” Yeter ki, o listede ve yazılı irade beyanında iftiraya, yalana, hileye, cerbezeye, hakarete, aşağılamaya yer verilmesin! “Tamam da, falan kişi taraf oluyor, başkalarını etkiliyor!” “O zaman falan kişiyi bu işten men edelim, konuşma hakkı, seçim hakkı tanımayalım mı? Onu bağlayalım ki, kimseyi etkilemesin; seni serbest bırakalım, etkileyebildiğini etkile! Bu meşveretin ve seçimin ruhuna uygun mu? “Bu istibdattır, rey-i vahittir (tek görüştür). İslâmda yeri yoktur. Herkes hür olmalı. İşte Asr-ı Saadet’teki hür irade, meşveret ve seçim modelini çağımıza taşıyan Bediüzzaman’ın görüşü: ‘Zaman-ı istibdâdın hâkim-i mânevîsi kuvvet idi; kimin kılıncı keskin, kalbi kâsî (katı) olsa idi, yükselirdi. Fakat, zaman-ı meşrûtiyetin (hürriyetin, demokrasinin) zenbereği, rûhu, kuvveti, hâkimi, ağası hak’tır, akıl’dır, mârifet’tir (bilgi, ilimdir), kânun’dur (hukukun üstünlüğüdür), efkâr-ı âmme’dir (kamuoyudur); kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir.’1 Gayet tabiî ki, seçmenleri de, seçilenleri de mihenge vurma, sorgulama hakkımızdır. Emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker, yanlışlarını düzeltme, eksiklerini tamamlama, hizmetlerine yardım etme vazifemiz. Tenkit ise, ne haktır, ne vazifedir, bilâkis şiddetle men edilmişiz! Her yiğidin bir yoğurt yiyişi, her seçilenin bir çalışma tarzı vardır. Seçen de seçilen de icraatlarından mes’uldür. Seçtiklerinizin icraatlarını mihenge vurursunuz, olumlu bulmazsanız; tenkit değil, ikaz eder; bir daha seçmezsiniz... Unutmuyoruz ki: Meşveret farz derecesinde bir emir olduğundan vazifemiz, istişare etmektir. Yoksa sonuç almak ve meşveret heyetini kendi düşüncelerimize getirmek değil! Hepimiz meşveret, seçme, seçilme vesâir bütün icraatlarımızla imtihan oluyoruz! Bunun idraki ile hareket etmeliyiz.
Dipnotlar:
1- Münâzarât, s. 33. 23.05.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |