Mehmet KARA |
|
49 yıl sonra darbeleri konuşuyorsak… |
Türkiye’nin demokrasi tarihinde kara bir leke olarak hatırlanan ve darbeleri başlatan darbe olarak tarihe geçen 27 Mayıs kanlı ihtilâlinin üzerinden 49 yıl geçti. Demokrasiye vurulan en büyük darbe olan bu kara gün arkasında kan bırakmıştı. Ardından gelecek 12 Mart, 1971 ve 12 Eylül darbeleriyle, 28 Şubat post-modern darbesinin yolunu açtı. 27 Mayıs’tan sonra Türkiye’de iktidarların seçimle gelip, seçimle gittiği sistem olan demokrasi tarihi olan 14 Mayıs düşüncesi ile 27 Mayıs ihtilâlinin düşüncesi arasındaki mücadele hep süregelmiştir. Bu kara lekeyi yapanlar, iktidarların seçimle gelip, seçimle gittiği sistem olan demokrasiyi rafa kaldırmıştı. Yani, milletin iradesi hiçe sayılmıştı. Türk milleti, ne Başbakan Adnan Menderes ve iki arkadaşının idam edilmesini unuttu, ne de Demokrat Parti’nin bu ülke ve millet için yaptıklarını... Bakan ve milletvekillerinin tekme tokat dövüldüğü, 592 kişinin yargılandığı Yassıada dâvâlarında sanıklar, mahkeme heyetinin hakaret ve aşağılamalarına maruz kalmıştı. Mahkeme Başkanı Salim Başol’un “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” sözü mahkemelerinin ne kadar hukuksuz olduğunu ispatlıyordu. Sanıklar, saçma sapan delillerle suçlandı. Bazı milletvekilleri, verdikleri yasa tekliflerinden dolayı yargılandı. Merhum Menderes’in Almanya’dan sipariş ettiği Kur’ân-ı Kerim dahi delil olarak sayıldı. Dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı ve eski CHP Senatörü Mehmet Feyyat yıllar sonra itiraf niteliği taşıyan ifadesinde Yassıada Mahkemeleri Savcısı Ömer Altay Egesel’i hukuku gasp ederek, Menderes’i katletmekle suçladı. Gerçekten de hukuk gasp edilmiş, demokrasi rafa kaldırılmıştı. Peki, niye bu kadar geç itiraf? *** Ağzına demokrasi kelimesi dahi yakışmayanlar, “bugün de 27 Mayıs şartlarının oluştuğunu, ama askerî darbe imkânı olmadığını” hayıflanarak yazabiliyorlar. 10 yıl süreyle iktidarda kalan, DP ne yaptı ki?” diyebiliyorlar. Tabiî onlar milletin arzuladığı hizmetlerin yapılmasını hâlâ bir türlü hazmedemiyorlar. Demokrasi deseler de kafaları darbeci… Çünkü DP iktidara geldiğinde ilk icraatı Ezanı aslına çevirmek olmuştu. İmam Hatipleri, Yüksek İslâm Enstitülerini açmıştı. Yani millet ne istiyorsa onu yapmıştı. Onların istedikleri tek parti döneminin baskıcı rejimiydi. “Biz ne dersek o olur. Kasketlinin, şalvarlının Ulus Meydanında ne işi var” diyen zihniyet bunları ister mi? Elbette istemez. Onlara göre DP’nin yapamadığını 27 Mayıs’tan sonra yapılan 1961 Anayasası yapmıştı. Bu anayasa ile “Türkiye’nin laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu tescil edilmişti!” Her sıkıştıklarında “laiklik” diyenler her fırsatta buna sarılıyorlar. Yeni bir anayasa düşünüldüğünde “Ona dokundurtmayız” denilmiyor mu? Başörtüsü, imam hatip dendiğinde hemen laiklik öne sürülmüyor mu? Peki, var mı laikliğin tarifi. Herkes istediği gibi anlamıyor mu bu kavramı? Tarifi olmadığı içinde isteyen istediği yere çekiyor mu? Bediüzzaman’ın, önemine binaen Emirdağ Lâhikasına da aldığı, Başbakan Adnan Menderes, Konya’daki nutku dolayısıyla yapılan neşriyat üzerine Zafer gazetesinde gerçek laikliğin tarifini şöyle yapıyordu: “Lâiklik bir taraftan din ile siyasetin birbirinden ayrılması, diğer taraftan ise vicdan hürriyeti mânâsına gelir. Din ile siyasetin kat’î surette birbirinden ayrılması esasında en küçük tereddüde dahi tahammülümüz yoktur.” Peki “vicdan hürriyeti” derken neyi kastediyordu: “Vicdan hürriyeti bahsine gelince: Türk milleti Müslüman’dır. Ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvelâ kendine ve gelecek nesillere dinini telkin etmesi, onun esasını ve kaidelerini öğretmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır.” (s. 805-806.) 27 yıldır değiştirilemeyen ihtilâl anayasasında laiklik böyle tarif edilseydi bir “sorun” kalır mıydı? Elbette kalmazdı. 27 Mayıs’tan sonra yapılan darbelerin, postmodern darbelerin gerekçeleri arasında sayılan “laiklik” tartışılmaz olurdu. İşte darbeci kafa bundan rahatsız oluyor. *** 49 yıl sonra Türkiye’de hâlâ darbeler konuşuluyor, darbe plânları ortaya çıkıyor. Hâlâ darbeleri konuşuyorsak, hâlâ 49 yıl önceki 60 darbesini konuşuyorsak ve hâlâ darbe yapılanlar yargılanamıyorsa, 12 Eylül darbesinin yaptığı anayasayı üzerinden 27 yıl geçmesine rağmen değiştiremiyorsak bir 50 yıl daha geçse tam ve kâmil mânâdaki bir demokrasiden bahsetmek mümkün değil. Bu yüzden de millî iradeye ve demokrasiye inanan herkesin darbelere karşı net tavrını koymasının zamanı geldi de geçti bile. Demokrasi şehitlerine Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret diliyoruz… 29.05.2009 E-Posta: [email protected] |