M. Latif SALİHOĞLU |
|
Dördüncü şehit, Namık Gedik |
Darbecilerin katlettiği "demokrasi şehitleri"nin sayısı, genelde üç kişi olarak bilinir: Menderes, Zorlu ve Polatkan. Oysa, bu listeye bir dördüncü şehidi daha eklemek gerekir: Namık Gedik. Demokrat Partinin son İçişleri Bakanı olan Namık Gedik'in ölüm tarihi: 30 Mayıs 1960. Yani, o meş'um darbenin üçüncü gün... Namık Beyin ölüm sebebi olarak da, resmî kayıtlarda "intihar" şeklinde yazıldı. Güya, tutuklu bulunduğu Harbiye Okulunda bunalıma girmiş ve kendini okulun yüksek penceresinden aşağı atarak intihar etmiş... Resmî tutanaklar öyle diyor. Ama, acaba doğru mu? Ölüm vak'asının bu şekilde gerçekleştiğine, esasında darbecilerden ve müzmin Demokrat Parti muhaliflerinden başka hiç kimse inanmıyor. Keza, Namık Gedik gibi itikadı kuvvetli bir devlet adamının "intihar günâhı"nı irtikâp edeceğine, onu yakından tanıyan hiç kimse ihtimal dahi veremiyor. Dahası, ölüm hadisesinin yaşandığı Harp Okulunda o esnada bulunan, hadiseyi sonradan tahkik eden, hatta yapılan işkence ve işlenen cinayeti bizzat müşahade eden bir çok kimsenin tasdikiyle sabittir ki, Namık Gedik'in ölümü intihar değil, düpedüz bir cinayettir. Yani, kısaca bu mazlum şahıs da kasten öldürülmüş ve "demokrasi şehitleri" listesine ilhak edilmiştir. Ancak, o dehşet günlerinin şartları altında bu hadiseyi araştırıp tahkik etmek ve işin iç yüzünü ortaya çıkarmak mümkün görünmüyordu. Düşünün ki, karşınıza çıkanlar, icabında komutanları olan generallerin bile yüzüne tükürecek kadar azgınlaşmış, hatta insanlıktan çıkmış albay ve daha düşük seviyedeki subaylar var. Düşünün ki, yönetimin başında Genelkurmay Başkanını dahi devre dışı bırakan, hatta onu hapsederek işkencelerle ezen vahşi mi vahşi, gaddar mı gaddar bir silâhlı cunta idaresi var. Düşünün ki, üniversitelerdeki öğretim üyesi kıyımıyla yetinmeyerek, ordu içinde de muvazzaf subayların yarıdan fazlasını (7200) bir gecede tırpanlayarak onları ordudan ihraç ettiren vicdansız, merhametsiz zalimler gürûhu var. Düşünün ki, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar dahil olmak üzere, Demokrat Partililerin tamamını tutuklayıp Yassıada cehennemine sevk eden insanlıktan nasipsiz bir silâhlı komita var. Düşünün ki, Türkiye radyolarında bile, içinde Marmara, Yassıada, deniz, sâhil, ada, adalar, vapur gibi tabirlerin yer aldığı şarkı ve türkülerin okunması yasaklanmış bir durumla karşı karşıyasınız. Acaba, böylesi bir durumda siz çıkıp neyi araştıracak ve hangi hakkın peşine düşecek, yahut savunmasını yapacaksınız? Evet, her tarafta dehşetin kol gezdiği böyle bir ortamda, acaba Namık Gedik'in başına gelenleri doğru şekilde öğrenmek hiç mümkün müydü? Onun hakikaten resmî kayıtlara geçtiği gibi intihar mı ettiği, yoksa işkence ile önce bayıltılıp, öleceği fark edilince de okulun penceresinden aşağı mı atıldığını, o günün şartları içinde öğrenmenin hiç imkânı var mıydı? İşte, 1960'lı yılların bu ağır şartları sebebiyledir ki, vaktiyle bu ölüm hadisesi araştırılamadı, meselenin iç yüzü öğrenilemedi. Dolayısıyla, perdenin aralanması, sonraki yıllara kaldı. Sonraki yıllarda yapılan araştırmalar, vakıanın kenarından köşesinden tutarak yapılan konuşmalar ve nihayet, hadisenin mahallinde bizzat bulunan görgü şahitlerinin yaptığı açıklamalar açıkça gösteriyor ki, Namık Gedik'in ölümü intihar falan değil, resmen ve alenen işlenen bir cinayettir. Katl ve cinayet olması hasebiyledir ki, Namık Gedik'i de "dördüncü şehit" olarak demokrasi kahramanları zümresine dahil etmek ihtiyacını duymaktayız. Hadiseyi başka türlü yazmak ve yaymak, maazallah bizleri işlenen cinayete bilerek, yahut bilmeyerek ortak ve hissedar yapar. Nitekim, bu cinayete bilerek intihar süsü verenler olduğu gibi, bazı Millet Partili dindarlar da–muhtemelen bilmeyerek–darbecilerin dümen suyuna gitmişler, onlar da intihar ihtimalini kabul etmişler ve hatta Namık Beyin ölümüne sevindiklerini izhar etmişlerdir. İçişleri Bakanı Namık Gedik'e diş biledikleri için, darbeci subaylar tarafından ona işkence yapıldığına ve sonunda baygın vaziyette iken tutup Harp Okulunun yüksek penceresinden aşağıya atıldığı gerçeğinin şahitlerine gelince... Bunları da şu şekilde sıralamak mümkün: * İsmi bizde mahfuz İskenderun'da ikamet etmekte olan bir eski muhtar, kendisinin de DP'lilerle birlikte Harp Okuluna götürüldüğünü, Namık Gedik'e yapılan işkencelere ve son olarak pencereden aşağı atılmasına bizzat şahit olduğunu anlattı. Bu muhtar, gördükleri karşısında dayanamayarak "Allah belânızı versin!" diye bağırdığı için de, cuntacı subaylar tarafından dövülmüş ve ağzına, yüzüne isabet eden postallarla dişlerinin çoğu kırılarak hastanelik edilmiştir. * Yeni Aktüel dergisi ile Akşam gazetesi yazarlarından Mehveş Evin'in köşesinde (12 Mart 2009), Namık Gedik'in ölüm şekline dair detaylı bilgiler çıktı. Bu bilgileri aktaranların içinde Mehveş Hanımın dedesi Muhiddin Güven (AP kurucularından), hadise tarihinde Tank Okulunda yedek subay öğrencisi olan Fehmi Yücel ile Gedik'in ailesine mensup güvenilir şahsiyetler de var. Bizim, bunların dışında da yaptığımız bütün araştırmalar gösteriyor ki, Namık Gedik kesinlikle intihar etmemiş, aksine kasten öldürülüp katledilmiş bir demokrasi şehidimizdir. Allah, ganî ganî rahmet ve mağfiret eyleye... 30.05.2009 E-Posta: [email protected] |