Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Bu tutuklukla nereye? |
29 Mart sonrasına ertelenen reform ve atılım beklentileri, aradan iki ay geçmesine rağmen hâlâ karşılık bulamadı. Bunun sebebi veya sebepleri neler olabilir? AKP’nin seçimde uğradığı sekiz puanlık gerileme ve bunun yol açtığı moral bozukluğu mu? Kurulduktan sonra girdiği ilk seçimde tek başına iktidar olup, sonraki iki seçimden oylarını arttırarak çıkmaya alışmış olan AKP, bu durumun ilânihaye böyle devam edeceğini mi sanıyordu? İnişlerle çıkışların birbirini takip etmesi hayatın temel bir kanunu. Ve bu kanun, uzun soluklu bir maraton olan siyaset yarışında da geçerli. AKP’nin lider kadrolarının kişisel serüvenleri de bu gerçeği teyid eden ilginç örneklerle dolu. Ki, bizzat Başbakan, seçim sonuçlarından gerekli dersleri çıkarıp bundan sonraki politikalarını ona göre belirleyeceklerini söylemedi mi? Puan kaybettiren hatalarını düzeltip, iniş trendini tekrar yükselişe çevirme gayreti içine girmek varken, böyle yapmayıp, önceden beri gelen tutukluğu devam ettirmenin izahı ne olabilir? Üstelik, Erdoğan’ın ifadesiyle, “yorulan” bakanların yerine başka isimler getirilerek büyük ölçüde yenilenen kabinenin taze bir enerjiyle icraata ve reformlara yoğunlaşması beklenirken... Başından beri hep vurgulayageldiğimiz üzere: Hükümetin reformlar için kararlı bir irade ortaya koyarak gündemi o istikamette oluşturma noktasında sergilediği her zaaf, statükonun ânında değerlendirdiği bir boşluk doğuruyor. Ve her boşluk, bir “karşı hamle” ile dolduruluyor. Son gelişmelere bu nazarla bakacak olursak: Cumhurbaşkanı Gül hakkında Sincan mahkemesi tarafından verilen “yargılama” kararı, bu bağlamda son derece tipik ve ilginç bir örnek. Böylece, hem RP döneminden kalma eski dosyalardan biri açılarak “millî görüş” hatıraları canlandırılıyor; hem Gül yolsuzluk eksenli bir tartışmanın hedefi haline getiriliyor; hem de “Bir dönem sonra yokum” diyerek, Rusya’daki Putin-Medvedev modelinin bir benzerini Türkiye’de Erdoğan-Gül üzerinde uygulama senaryolarını alevlendiren Erdoğan’a mesaj verilmiş olunuyor: “Çankaya hesabı için acele etme” mesajı. İşin bir başka enteresan tarafı, “Cumhurbaşkanı yargılansın” kararıyla sonuçlanan sürecin, Gül Çankaya’ya çıktıktan sonra, onunla ilgili olarak evvelce hazırlanıp Meclis komisyonunda bekleyen “kayıp trilyon” dosyasının TBMM Başkanı tarafından, “Dokunulmazlığı kalktı” mülâhazasıyla, “işlem yapılmak üzere” Başbakanlığa; oradan, Müsteşarlık eliyle “gereği için” Adalet Bakanlığına; ve oradan da Ankara Savcılığına intikal ettirilmiş olması. Yani Sincan mahkemesi hakimi durduk yere değil, dosya böyle bir sevk zinciriyle önüne geldikten sonra o kararı verdi. Günlerdir o karar tartışılıyor. Tartışılmalı da. Ama bu kararı getiren sürecin evvelki halkaları da gözardı edilmemeli. Söz konusu makamların dosya için attıkları sevk imzaları zühul ve sehiv miydi; kendi kalelerine attıkları bir gol mü söz konusu, yoksa işin içinde başka işler mi var? Gül’le ilgili tartışılan mahkeme kararını, Cumhurbaşkanının “Güneydoğu-Kürt-terör sorununun çözümünde tarihî bir fırsatın eşiğindeyiz” açıklamasıyla irtibatlandıran yorumlar da var. Ama bize öyle geliyor ki, bu yeni “yargı müdahalesi,” ne olduğu hâlâ anlaşılamayan “tarihî fırsat” çıkışının ötesinde, Gül’ün Köşke çıkışından ve iki yıla yakındır orada oturuyor olmasından duyulan derin hazımsızlığın yeni bir tezahürü. “Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyemedik, o halde orada yıpratalım” stratejisi yürürlükte. Yani, “A planı olmadı, sıra B planında!” Peki, bunlara karşı iktidarın bir planı var mı? Dağılan ve bir türlü toparlanamayan gündeme hakim olup inisiyatifi ele alarak AB sürecini ve reformları sür’atlendirmek, daha iki yıl dolmadan bezgin ve yorgun düşen Meclis grubunu motive edip şevklendirmek ve harekete geçirmek gibi... O yönde bir işaret görebiliyor musunuz? 30.05.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (29.05.2009) - Yine mi oyalamaca? (26.05.2009) - Davudoğlu ve AB (24.05.2009) - Cenaze buluşmaları (23.05.2009) - Aydınlar ve din (21.05.2009) - Siyasette tekfir... |