Mikail YAPRAK |
|
Bilgi edinme hakkı |
Gazetemizin İstanbul’daki bahar toplantısına Avusturya’yı temsilen katıldım. Geçen Perşembe bir nebze değindim, ama yazamadım. Yani ancak yazabileceğim noktaları kastediyorum. Çünkü bu görüşmelerin belli bir hizmete gönül verenlere hususiyeti vardır. Herkesin ilgi alanına girmediği gibi, herkesten ilgi de beklenilmez. Hatta bazısına, gazetenin sevdalı bir okuyucusu olmasına rağmen, bu gibi meseleler sıkıcı gelebilir. "Amaann, bu yazar yazacak başka bir şey bulamamış da bunları mı yazmış" deyip es geçebilir. Hele hele yazıları okunan ve takip edilen bir yazar, böyle meseleleri sıkça köşesine alıverse, bırakınız okunmayı, bakılmaz bile.. Pekâlâ buna rağmen, neden ara sıra, en azından senede iki defa, ilkbahar ve sonbahar toplantılarının akabinde toplantı sonuçlarına ve yansımalarına değinme ihtiyacı duyuyorum? Birincisi; yazılarımın takip edilip edilmemesi diye bir meseleye takılmıyorum, çok şükür öyle bir takıntım yok. İkincisi; bazı temsilciler, döndükleri hizmet mahallerinde, oradaki hizmet erbabına, görüşmeler ve alınan kararlar hakkında bilgi vermekte "ketum" olabiliyorlar. Bu yazılarımla her ilgiliyi, ilgiye ve sahiplenmeye dâvet etmek istiyorum. Hatta bir zamanlar, ben henüz Avusturya’ya gelmeden, bulunduğum hizmet mahallinde, toplantıya katılıp dönen zevattan bir kelime bilgi alamazdım. Hatta bunu bir zamanların kıvrak kalemi İzzet Oflas, kendine has üslûbuyla çok güzel karakterize ederdi. (Çoktandır yazmıyor, sorulduğunda da, o dükkânı kapattım, diyor. Hani ben de iflâs bayrağını çekmek üzereyim ya, bakalım Mevlâm neyler..) Hemen ifade etmeliyim ki, bu durum her zaman temsilciden kaynaklanmıyor. Yani bazen temsilci, oradakileri ilgisiz gördüğü için bilgi vermiyor. Yani önce ilgi, sonra bilgi. Yani marifet iltifata tâbidir sözü belki burada da geçerli gibi. Şimdi yıllardır Avusturya’yı temsilen katılan biri olarak, döndüğümde ilk fırsatta ve okurlarımızla ilk mahallî toplantımızda emaneti ehline öyle teslim ediyorum ki, onlar da İstanbul’daki toplantıya katılmış gibi oluyorlar. (Eldeki dokümanlar: Faaliyet Raporları kitapçığı, Hizmet Organizasyonu Planı, gündem maddeleri, kararlar ve... notlarım.) Gerçi görüşülen hususlar, gazetemizi, birimlerimizi ve hizmet mahallerini ilgilendirir. Alınan kararlar da sistem içinde ilgili herkese ulaşır ve hayata geçirilmesi için gayret gösterilir. Ancak burada genel bazı prensipler çerçevesinde, bazı hatırlatmalar yapabiliriz. Bu hususta gerçi Yeni Asya’dan Size köşesinde bilgilendirme yapılıyor. Ama bu kadarla kalınmamalı. Gazetemizi dikkatle takip eden ve misyonuna bağlı hizmet erbabı herkes, her meseleyi, işin başında olanlar veya en azından toplantılara temsilen katılanlar kadar bilme hakkına sahiptir. İşi oluruna bırakmadan bizzat öğrenebilir. Bulunduğu hizmet mahallindeki temsilcilerden veya bizzat ilgili ve yetkililerden sorup öğrenebilir. Avrupa’da bu yapılıyor. Herkes, bilgi edinme hakkına sahip olduğunun bilincindedir. Hizmetlerimizle alâkalı bütün faaliyetler, toplantılar hakkında, her seviyedeki toplantılarda detaylı bilgi verilir. Verilmek zorunda kalınır, çünkü verilmediği takdirde almasını bilirler. *** Devlet ve halk arasında da bilgi alış verişi en temel haklardan değil mi? Hatta biliyorsunuz, bu konuda 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu vardır. Kanunun 1. maddesinde, bilgi edinme hakkının demokratik ve şeffaf bir yönetimin gereği olduğu belirtilir. Zaten vatandaş bu yasal hakkını iyi kullanırsa, derin devlet diye birşey kalmaz. Ulusal Güvenlik Arşivi (İngilizcesinin kısaltılışı NSA) direktörü Thomas Blanton, bir zamanlar şöyle diyordu: “İktidarda olanlar bilgi edinme hürriyetini istemiyorlar. Bilgi edinme tohum ekme gibidir. Belki hemen görmeyeceksiniz filizlendiğini. İşin sırrı burada zaten.” *** Bugüne kadar yapılan bilumum meşveret ve toplantılarda ortaya sürülen görüş ve düşüncelerin, dilek ve temennîlerin ve alınan güzel ve olumlu kararların uygulama alanı bulmasıyla, bugünkü noktaya gelinmiştir. Bu güzel neticeler; müessesede çalışanlarımızın, okuyucularımızın, mensupların ve seçilmiş organların katkılarıyla, güzel neşriyatımızla, fiilî ve kavlî duâlarımızla ve en başta Allah’ın izniyle kazanılmıştır. Bugüne kadar çekilen sıkıntılar ve başa gelen musîbetlerde ise kaderin rolünü ve fetvasını unutmamak lâzım. Bu hizmetlerin yürütülmesinde daha bol para, daha geniş imkânlar, daha büyük organizeler, daha çok fedakârlar olsa da, hizmetlerimiz daha bir kolaylaşsa, daha bir rahat nefes alsak... gibi istekler meşrûdur ve herkesin duâsıdır. Ama eğer bu niyetle el atılan dal kopup elde kalmışsa, bu yoldaki bazı teşebbüslerden netice alınamamışsa, bundan dolayı yapacak birşey olmadığı gibi, kul olarak itiraza da hakkımız yoktur. Çok önemli bir şey daha var kanaatimce, o da şudur: Gelinen noktada ve alınan mesafede, geçmişin hakkını inkâr etmemek lâzım. Ne başarıyı, ne de başarısızlığı, kişiler ve dönemler arasında taksim etmemek lâzım. Gazetemizin kuruluşundan bu yana yapılan bütün hizmetler, bugün alınan mesafenin altyapısı olmuştur. Ahirete göçenlerin de, emekliye ayrılanların da, vazifesini ifa edip kenara çekilenlerin de, gelinen noktada ve alınan mesafede hisseleri vardır. Cenâb-ı Hak bütün çalışmaları rızası çerçevesinde kabul etsin. Not: Geçen haftaki yazımla alâkalı telefonla ve maille ve bizzat olumlu tepkileri izhar edenlere teşekkür ediyor, bilhassa Rumeysa Balcı kardeşimin ve Amerika’dan Said kardeşimin güzel duâlarına amin diyor, onları da duâlarıma dahil ediyorum. 04.06.2009 E-Posta: [email protected] |