Mikail YAPRAK |
|
Bediüzzaman’ın dünyasına girebilmek |
Aslında bu yazının başlığı "Köln’de Üstâd’ı anmak" olacaktı. Ama her yazının öncesinde âdetim olan zihnî çalışma bu başlığı ayıkladı. Evet, âdetim odur ki, yazmayı tasarladığım konuyu hemen kuşatmaya alır, etrafında döner dururum. Ta ki, ait olanı içine alıp, ait olmayanı dışarda bırakıncaya kadar. Bu kuşatma bazen birkaç saat, bazen birkaç gün sürer. Yazı etrafındaki zihnî meşguliyet sadece yazıyı değil, beni de kuşatır. Uykuya dalarken, uykudan uyanırken, yahut namaza hazırlanırken, veya yolda giderken, hatta birisiyle konuşurken, vesaire.. Bu yazı etrafındaki zihnî ve fikrî kuşatmada ilk nasibini alan "başlık" oldu. Ama dışarda bırakılarak değil, yazının kalbine gömülerek.. Zira aslolan; her vesileyle Üstâdın anılmış olmasını âleme ilân değildi. Onun hoşnutluğu da burada aranmamalıydı. "Ey millet, geliniz bakınız, biz o büyük insanı şöyle tanıyoruz, böyle anıyoruz" şeklindeki bir ilânat, hakikatte onu tanımamak, onu anlamamak anlamına gelirdi. İlmen, yakînen ve hakikaten tanıyanlar zaten onu lâyıkıyla anıyorlardı. Beş vakit namazın akabindeki uzun tesbihatlarda, Cevşen-ül Kebir duâlarında o vardır, risâle okumalarında o vardır. Biliyorsunuz, hayattayken o, nazarları kendisinden eserlere çevirdiği gibi, vefatından sonra da insanların nazarından gizlendi. Bundan çıkaracağımız dersler elbette olmalıdır. *** "Biz Bediüzzaman deryasının sahilinde dolaşıyoruz" sözü; kalemini onun yoluna adamış bir yazara aittir. Bu yazara bu sözü dedirten de, Bediüzzaman’ın dalmış olduğu deryanın azametidir. Üstâdın nasıl bir deryaya daldığını uzaktan uzağa idrak edebilmek için, onun kalemiyle gelen hakikat nurları dikkatle tetkik edilmelidir. Evet, Said Nursî; sevgili Peygamberimizin (asm) imdad-ı manevîsine ve Cenâb-ı Hakkın hususî inayetine, Hakîm ve Rahim isimlerinin hususî tecellisine mazhar olarak, Kur’ân deryasına dalmış, onda saklı cevherleri çıkarıp nazarlara sunmuştur. İşte Risâle-i Nur Külliyatı meydandadır. Hayatı harikalarla, şahikalarla dolu dolu geçen ve sayısız inayetlere ve kerametlere mazhar olan büyük Üstâd, Efendimizin (asm) en büyük mu'cizesi olan Kur’ân’ı bu zamanda eline almış, onunla dünyaya meydan okumuş. Ve Kur’ân‘ın bir mu'cize-i maneviyesi olan Nurlar, onun vasıtasıyla bize ulaştırılmıştır. Zaten o da, "Bu hakikatler benim malım değil, Kur’ân’ın malıdır. Ben o mücevherat dükkânının bir dellâlıyım" diyor. *** Ama Kölnlü kahramanlar yine ÜAT (Üstâdı Anma Toplantısı) desinler. Yine aylar öncesinden hazırlıklara başlasınlar. Yılda dört defa yapılan Avrupa genel meşveretlerinde bu maddeyi yine gündemin gözbebeği yapsınlar. Beklenen ilk meşverette, 6 Haziran 2009 Köln programının değerlendirmesini yine görüşmeye açsınlar. Bir sene sonraki programın icrası için lâzım olan maddî kaynağı içimizde, lüksümüzü ve zarurî olmayan ihtiyaçlarımızı kısarak, kıt kanaat arayışlarla, dışarıya el açmadan, minnet etmeden, Üstâdın mesleğine yaraşır bir şekilde bulmanın yollarını yine arasınlar. Yine lüks olmayan, mütevazi ve gösterişsiz salonlara kanaat etmeye devam etsinler. Hem merak etmesinler, bu programların şanına ve mânâsına lâyık, maddeyi arka planda tutan ihlâslı ve kanaatkâr ilim yolcusu hatip ve sanatkârlarımız her zaman bulunacaktır. Bu dâvetimize icabet ettikleri gibi.. Bu programlarda asıl gayenin, Kur’ân perspektifinden âlemdeki hadiselere bakmak olduğu şuradan da bellidir ki, her sene gündemi meşgul eden konular ele alınır. Geçen sene "Kadın ve aile" idi, bir önceki sene Hz. Muhammed (asm), bu sene "Malî Kriz." Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. Mehmet Emin Ay, Prof. Dr. Friedhelm Hengsbach ve Kâzım Güleçyüz gibi ilim yolcusu hatiplerimiz, kendi uzmanlık alanlarını orada konuşturdular. Onların bu programa büyük katkıda bulundukları muhakkaktır. Ama böyle bir programda konuşmacı olmak, tabiri caiz ise Bediüzzaman’ın dâvetine icabet etmek de bir ayrıcalıktır, nasip işidir. *** Gönül dostlarını, muhabbet fedailerini ve hizmet erlerini buluşturan her vesile güzeldir. Kur’ân’ı anlamaya yönelik her faaliyet övgüye lâyıktır. "Kur’ân’ımızı yeryüzünde cemaatsiz görürsem, cenneti de istemem, orası da bana zindan olur" diyen bir Üstâdın dünyasına girebilmek küçük bir hâdise değildir. İşte bakınız, o kendi dünyasında, ilim ve marifetullah mertebelerinde bizi de kendisine ortak etmek için, ne kadar kolaylaştırıyor: “Birşey bütün elde edilmezse, bütün bütün elden kaçırılmaz” kaidesiyle, “Bu mânevî bahçenin bütün meyvelerini koparamıyorum” diye vazgeçmek kâr-ı akıl değildir. İnsan ne kadar koparsa o kadar kârdır. (...) Belki her halde imanını kuvvetlendirir. Saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti çok azîmdir. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade olması, bir hazinedir. İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farukî diyor ki: “Bir küçük mesele-i imaniyenin inkişafı, benim nazarımda yüzler ezvak ve kerametlere müreccahtır.” 11.06.2009 E-Posta: [email protected] |