M. Latif SALİHOĞLU |
|
Canavarlaşan veletler |
Henüz 12 yaşını bile doldurmayan bir kız çocuğunun, annesini uykuda iken silâhla vurup öldürmesi, her ne kadar ender bir misâl teşkil ediyor olsa bile, yine de şimdiki neslin ruh âlemini yansıtan önemli bir gösterge mahiyetini taşıyor. Maalesef, yeni neslin bir kısmı, vahşî canavarları dahi geri bırakan bir ruh haleti içinde yetişip büyüyor. Öyle bir an geliyor ki, gözü hiçbir şey görmüyor, göremiyor. Canavar hayvanlar, Cenâb–ı Hak tarafından fıtrî bir şekilde dizginlenmiş. Mecbur kalmadıkça, yahut canını tehlikede görmedikçe insanlara saldırmazlar. Hatta, kendi hemcinslerine, meselâ yavrularına, kardeşlerine, yahut anne–babalarına saldırmazlar; aynı koloni içinde bulunanlar, zaman zaman hırlaşsalar bile, birbirini yine de boğazlamazlar. Fakat, insan evlâdı öyle değil. Dizgini serbest bırakılmış. Alabildiğine azgınlaşabilir, canavarlaşabilir; en vahşî hayvanın dahi yapamadığı fenâlığı çekinmeden yapabilir. İşte, bundan dolayıdır ki, gözünü karartan bir evlât, çıkıp anne–baba katili olabiliyor. Bu evlâdın kız çocuğu olması ise, gelinen noktanın vahâmet derecesini gösteriyor. Ne yazık ki, bunun tersi durumlar da yaşanıyor, toplum içinde. Anne, yahut baba da çıkıp "evlât katili" olabiliyor. Bu bir dehşet tablosudur. Üstelik, hemen her gün medya vasıtasıyla halkın önünde sergileniyor. Bu tabloya bakıp bakıp eyvâhlar eden çok. Ancak, bu hale nasıl gelindiğini ve bu vahametin önüne nasıl geçileceğini doğru dürüst bilen yok. Bu da, ikinci bir vahâmet tablosu ki, tam bir cinnet hali... Sahi, fertler ve toplum, bu hale nasıl geldi? Aile bağları nasıl olup da bu derece dumura uğradı? İnsanı hayvandan ayıran ve içindeki fenâlık hissini iyiliğe dönüştüren, kötülük yapmaktan men' eden mânevî faktörlere ne oldu da, böyle akıl almaz cinayetler işleniyor, görenleri şok eden dizi dizi vahâmetler sergileniyor? Olaylara dair açıklamalar, basit sebeplere, fındık kabuğunu doldurmayan gerekçelere dayandırılarak yapılıyor ki, inandırıcılıktan ve yaşananların mahiyetini aydınlatmaktan pek uzaktır. Esasında, sebep ne olursa olsun, evlât ebeveynin ve ebeveyn evlâdının canına okuyacak, kanına girecek kadar vahşileşmemeli. Yek diğerini vurup öldürmeye eli gitmemeli. Akıllarında, vicdanlarında, yüreklerinin bir yerinde onları engelleyici kuvvetli duygular, düşünceler olmalı. Tabiî, bu duygu ve düşünceleri besleyen mânevî telkin ve terbiyenin gereği yapılıyorsa; bu terbiye, yerinde, zamanında ve dozajında yeni nesillere verilebiliyorsa... İşte, meselenin can alıcı noktası burasıdır: Yerinde, zamanında ve dozajında verilecek bir mânevî telkin ve terbiye... Aksi halde, nerede ne olacağını, kimin başına nelere geleceğini kestirmek mümkün değil. Zaten, sergilenen onca vahşet tablosu, başka klavuza ihtiyaç bırakmayacak kadar açık ve çarpıcı değil mi?
NOT: Bir hafta önce Hilal tv'de bizim de konuşmacı olarak katıldığımız "Gündem Özel" programı internet ortamına aktarılmış durumda. Arzu edenler, şu web adresinden ilgili programı seyredebilirler: www.hilaltv.org/arsiv.php?Kat_id=51&ad=gundem Gündem Özel: 30.05.09 tarihli A, B, C, D, E bölümleri
Tarihin yorumu 11 Haziran 1913
Şevket Paşa, kim vurduya gitti
Yaklaşık dört aydır Sadrâzamlık (Başbakanlık) makamında bulunan Mahmut Şevket Paşa, bir sûikast sonucu vurularak öldürüldü. (11 Haziran 1913) Onun yerine, aynı gün içinde Said Halim Paşanın ataması yapıldı. 1856 Bağdat doğumlu olan M. Şevket Paşa, uzun yıllar muhtelif merkezlerde komutanlık, valilik ve mutasarrıflık (sancak yöneticisi) yaptı. Ancak, en büyük şöhreti 23 Nisan 1909'da İstanbul'a giren meşhûr Hareket Ordusu Komutanlığı sayesinde kazandı. M. Şevket Paşa, merkezi Selanik'te bulunan 3. Ordu Kumandanıydı. Bu ordunun ismi, 31 Mart Vak'asından sonra "Hareket Ordusu"na dönüştürüldü. Başına da dönme bir aileden gelen Hüseyin Hüsnü Paşa getirildi. Ancak, bu durum trenle gelinen Hadımköy ile Yeşilköy arasında bir yerde değişti. Hareket Ordusunun başına, Türk ve Müslüman kimliğiyle bilinen Mahmut Şevket Paşa getirildi. Tâ ki, İstanbul ahalisi ve merkezdeki Türk askerleri buna karşı koymasınlar, hakimiyetini kabul etsinler diye… 27 Nisan'da Sultan Abdülhamid'i deviren ve Yıldız Sarayını yağma ettiren Hareket Ordusu, İstanbul'a, dolayısıyla Osmanlı Devletine de hakim bir konuma yerleşmiş oldu. Şevket Paşa ise, yeni kurulan İbrahim Hakkı Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) oldu. Ancak, İttihatçı grupların baskısına dayanamayarak, bir süre sonra istifa etti. 23 Ocak 1913'teki meşhûr "Bâbıâli Baskını"ndan sonra Sadrâzamlık makamına getirtilen Mahmut Şevket Paşa, burada daha beş aylık bir süreyi bile dolduramadan, arabası içinde vurularak öldürüldü. Meçhûl cinayet Hürriyet ve İtilâf Fırkasının üzerine atıldıysa da, bu işi en ustaca yapanların İttihatçı komitacılar olduğuna şüphe yoktur. M. Şevket Paşanın ölümünden sonra, yerine bir başka İttihatçı olan Said Halim Paşa getirildi. Ama ne yazık ki, İttihatçıların içindeki azgın komitacılardan onun da sıdkı sıyrıldı ve birkaç kez istifanın eşiğinden döndü. Nihayet, 14 Şubat 1917'ye gelindiğinde, artık daha fazla dayanamayarak istifa etti ve yerini İttihatçıların siyasetteki bir numaralı adamı Talat Beye bırakmak zorunda kaldı. 11.06.2009 E-Posta: [email protected] |