Faruk ÇAKIR |
|
Cezaevini ıslâh evi yapmak mümkün! |
Evet, çok iddialı bir söz; ama gerçekten de cezaevlerini tam bir ıslâhhane yapmak mümkün! “Bu kadar kolay olsa bunu kim yapmaz?” diye akla bir soru gelebilir. Doğrusu da öyle olmalı. Cezaevinden maksat ‘suçlu’ları ‘ıslâh’ etmek ise—ki öyledir ve öyle olmalıdır—o halde bu kolay yol niçin tercih edilmez? Aslında cevap çok basit: Cezaevlerini ıslâhhane yapmak için ‘din’den, İslâmdan istifade etmek lâzım. Fakat Türkiye’yi ‘idare edenler’ bir işin içinde ‘din/İslâm’ olunca o ‘iş’ten ürküyor, korkuya kapılıyor ve bu sebeple de yıllar boşa geçiyor, insanlar cezaevlerinde ‘ıslâh’ olamıyor! Tabiî ki “dinden, İslâmdan istifa etme”yi basite almamak gerek. Bu bir sistem, bir anlayış ve bir yaşayış şekli. İslâmın sadece bir yönünü alıp, başka yönlerini inkâr etmekle ‘çare’yi bulmuş olmayız. Aslında nüfusun büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede bu kadar insanın cezaevinde olmasında bile bir terslik var. Malûm olduğu üzere İslâmî anlayış, insanların suç işledikten sonra cezalandırılmasını değil; en başta onların ‘suç işlememesini’ temin eder. Diğer sistem ve ‘çare’lerden en önemli farkı da budur. Yani İslâm ‘insan’a der ki; “Bu yaptığın haramdır, harama el uzatma. Zinaya yaklaşma. İçki içme. Komşuna haksızlık etme. Zulmetme, fakirin hakkını yeme. Zekâtını ver. İnsan öldürme, küfretme, vs... Bütün bunlar, muhtemel ‘suç’ları önlemek için en kolay yol değil mi? Diğer sistemler ise, sadece ‘suç işleyen’lerin, suçları işledikten sonra cezalandırılmasını öngörür. Ki bu da suç işleyenlerin ‘ıslâh’ını mümkün kılmaz... Şunu da unutmamak lâzım: Cezaevleri de bir yönüyle cemiyetin özetidir. Cemiyetin genelinde suç işlemeye karşı bir meyil olmasa cezaevlerinde izdiham yaşanır mıydı? O halde cezaevlerini birer ıslâhhane yapabilmek için önce ‘dışarıyı’ ıslâh et- meye çalışmak lâzım. Bu yol ‘zor’ olandır, ama kalıcı çare de ancak bu şekilde temin edilebilir. Bunları ifade ederken elbette kanunlardan kaynaklanan problemleri inkâr ediyor değiliz. Aynı şekilde ‘geç tecelli eden adalet’in açtığı yaraları da unutmuş değiliz. Bütün bu problemlere rağmen istenir ve şartları yerine getirilirse cezaevlerini birer ıslâhhane yapmak yine de mümkündür. Bunun bi-rinci şartı da ‘din’den İslâmdan korkmayacak bir anlayışa sahip olmaktır. Meselâ, gerçek ve ehil din adamları cezaevlerinde görevlendirilse ve bunlar mahpuslara ‘doğru İslâmı ve İslâmiyete lâyık doğruluğu’ anlatsa kim ne kaybeder? Dünya âlem biliyor ki, doğru İslâmı yaşayan ‘bin adam’ı idare etmek; dinden habersiz ‘bir adam’ı idare etmekten daha kolaydır! Kur’ân’ın hakikatli bir tefsiri olan Risâle-i Nur Külliyatı da hapishaneleri ıslâhhane yapmak için müracaat edilecek kaynaklardan biridir. Risâle-i Nur’un tarihi bunun en çarpıcı delilidir. ‘Katil’leri ‘sinek’ öldürmekten vazgeçiren bu eserler değil mi? Üstadımız müjdeyi vermiş: “İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslâhhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler” demiştir. (Asa-yı Musa, s. 21) “Hapishaneler doldu taştı, yeni tutuklulara yer yok!” (Vatan, 14 Haziran 2009) haberleri, bu müjdenin tahakkuku için fırsat olmalı. “Bahtiyar müdürler ve memurlar”a duyurulur... 15.06.2009 E-Posta: [email protected] |