Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Hasta asrın hasta insanları |
Hasta asrın hasta insanları... Gerçek hasta olanlar... Bir yandan da hasta olmadıkları halde kendilerini hasta zanneden hastalar... Yani hastalık hastaları... Bütün bunlara bir nev'î sabırsızlık, şükürsüzlükler de eklenince veya tevekkül, teslimiyet de olmayınca, neredeyse toplumda hasta olmayan insan kalmıyor gibi. Şâfî-i Hakîkî unutulup, çare ve şifayı doğrudan hekimlerden, ilâçlardan bekler duruma giren günümüz hasta insanları, dertlerine devâ ararken, onu bulamamanın çaresizliğini yaşıyorlar. Hastalığı verenin şifayı da vereceğini derk edemeyen bu asrın hasta insanları, tek çare doktor ve ilâçlar olduğunu zannededursunlar, bütün bunların birer sebep, birer vesile olduğunu, şifâ verenin Şâfî-i Hakikî olan yüce Allah olduğunu anlayıncaya, dolayısıyla şifayı ve mededi O’ndan bekleme basiretini gösterinceye kadar, dertlerine devâ bulamamanın çaresizliğini yaşayacaklar her halde. Ciddî rahatsızlıklarından dolayı haklı olarak hastanelerin yolunu tutanlar yanında; çok basit rahatsızlıklar bahanesiyle hekimlerin kapılarını aşındıran, tedavi merkezlerini mekân edinen o kadar çok sözde hasta var ki... Bir de doktora görünmek parasız, eczanelerdeki ilâçlar da bedavaya gelince bazı hastalar için hastanelere gidip gelmek vazgeçilmez bir alışkanlık hâline gelmiş durumda. Hastalık deyince çoğu insanın ilk aklına gelen nedir? Kısaca, vücudumuzun bir veya bir kaç uzvunun arızalanması, yani vazifesini kısmen veya tamamen yapamaması durumudur. Bir başka ifade ile vücudumuzun fizikî yapısının normal işleyişinden saparak arızalanması... Hastalık deyince çoğumuzun anladığı mânâ kısaca böyle. Bu durumda olan insanlara hasta; bu şekilde herhangi bir rahatsızlığı olmayan insanlara da sağlıklı insan; hatta sapasağlam, turp gibi insan deriz. Bu meyanda bu dehşetli asırda, insanların görmezlikten geldiği, aklına getirmek istemediği çok dehşetli ve tehlikeli bir hastalık var ki, işte o da ebedî hayatı tehdit eden mânevî hastalıklardır. Girdiğimiz haramların, işlediğimiz günahların sebep olduğu, uhrevî hayatımızın mahvına sebep olan bu manevî hastalıklar, maddî olarak bildiğimiz malûm hastalıklardan daha tehlikeli ve bulaşıcıdır. İsterseniz Bediüzzaman’a kulak verelim: “Günahlar hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır. Bu hayat-ı dünyevîde dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır.” (Lem’alar, s. 268) Demek ki işlenen her bir günah, beraberinde ebedî hayatın zararına bir hastalığı getiriyor. Yani namaz kılmamak, tesettüre riâyet etmemek, yalan söylemek, gıybet etmek, kin ve adavette bulunmak vs. gibi günahlar, hem bu dünya hayatı, hem de uhrevî hayat yönüyle önemli hastalıklardır. Günümüzde, asıl rahatsızlık olan bu nev'î hastalıkların tedavisi için çareler düşünen, kafa yoran insanlar var mı bilemiyorum. Bu tesbitlerin devamında da Üstad; “Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut ahireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür” diyor. Görülüyor ki insanların asıl üzerinde düşünmeleri, kafa yormaları gerekli olan husus budur. Nasıl olsa geçecek olan bu dünyadaki hayatın sağlığı için doktor doktor dolaşıp; ebedî hayatın mahvını netice verecek olan asıl hastalıkları görmezlikten gelmek kâr-ı akıl değildir. Bu konunun devamında da Bediüzzaman; “Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir” (Lem’alar, s. 269) diyor. Hastalıkta da, sağlıkta da Yüce Yaratıcı’yı tanımak ve O’na karşı kulluk borcumuzu yerine getirmek önemli bir vazife. Bu vazifenin karşılığında da O Şâfî-i Hakîkî isterse bütün maddî ve mânevî dertlerimizin devasını verir. O’nu tanımamak, O’na karşı mükellefiyetlerimizi ifa edememek en korkunç, en dehşetli bir hastalık olduğunu Bediüzzaman nazarlara veriyor. 14.06.2009 E-Posta: [email protected] |