Şükrü BULUT |
|
AB karşıtlarına dair... |
AB'nin ilk çekirdek yapısını bilenler, bu mevzuyu daha rahat takip edeceklerdir. Bediüzzaman Hazretleri, savaş ve düşmanlığın insanlığa getirdiği acı neticeyi anlatırken, Fransa-Almanya'yı örnek gösterir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, dinlemeye tahammül edemeyeceğimiz dehşetli zulüm sahnelerine son vermek ve bir daha “savaşın kapağını” açmamak gayretiyle yapılan “Demir-çelik anlaşması” Avrupa’nın barış ümitlerini filizlendirmiş. Basit bir başlangıç veya çekirdek, zamanla “medeniyet, insanlık ve barış” projesine dönüşüvermiş. 1953'ten günümüze kadar, birlik ve barış yolunda yapılan çalışmalarla, Avrupa insanlığını ispata çalışarak, mazisindeki “kan, kin ve intikam” ateşinden kaçmaya gayret ediyor. Bediüzzaman Hazretlerinin Avrupa ve medeniyetiyle alâkalı tahlillerini esas almadığımız zaman, AB etrafındaki tartışmaların mahiyetini anlatmakta gayet zorluk çekeriz. Kendi içinde ikiye ayrılan Avrupa’nın dinsiz, dessas, ırkçı, hürriyet karşıtı, sömürgeci, sefih ve insanî değerlere başkaldırmış “İkinci Avrupa” ayağının bir mahsulü olan Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının bütün faturalarının; semavî dinlere isyan etmiş materyalist felsefeye tâbî Avrupa’ya çıktığını, tarih bütün detaylarıyla ortaya koyuyor. Tarihin mütemadiyen tekerrürde olduğunu Risâle-i Nur’u dikkatlice okuyanlar, daha net görürler. Tebeddül-ü esma ile hakikat değişmez de meşhur bir sözdür. Birinci Cihan Harbini, 1917 ihtilâlini ve nihayet İkinci Cihan Savaşını netice veren isyankâr dinsiz Avrupa medeniyetinin zamanımızdaki izdüşümünü aramamak, o dinsiz ihtilâlcilerin günümüzdeki vazifelerini bilmemek, gayet ağır bir “modern cehalet” sayılmaz mı? Dünyada ve bilhassa Avrupa’da insanlık, fıtratının gereği olan barış, adalet ve sevgiye ulaşmak için devletler düzeyinde, sivil inisiyatifler halinde ve bazen de teşkilâtlanmamış cemaatler şeklinde çalışmaya gayret ediyor. Biz “AB projesini” bunların içinde en ehemmiyetli ve tesirlisi olarak biliyoruz. Tarihçesi “şer ve tahribattan” gelen fikir ve hareketlerin de bu tür medeniyet projelerinin karşısında olmaları kaçınılmazdır. Elimize alacağımız bir çizelgenin sağ tarafına; insanî değerlere, çevreye ve barışa taraf olanları, sol tarafına ise karşı olan fikir, hareket ve meşhur şahısların isimlerini yazdığımızda fevkalâde acîb bir manzara ile karşılaşırız. Aynı millete, aynı coğrafyaya, aynı partiye ve bazen aynı dine mensup oldukları halde birisinin sağda, diğerinin solda olduklarını müşahede ederiz. Meselâ Fransa'nın aynı partiye mensup iki başkanı arasındaki fark bizi şaşırtır: Chirac ile Sarkozy… Almanya Başbakanı Angela Merkel'i sola yerleştirirken, meşhur politikacı İçişleri Bakanı Schäuble'yi sağa koymak durumunda kalırız. AB karşıtlığı meselesinde sabırlı bir şekilde icraatların neticesini beklemek gerekiyor. İçerde Kemalistlere, dışarda “modern bolşevik ve mason” ittifakına dayanmış bir oluşumun zahirdeki beyanatları bu hususta sonucu değiştirmiyor. Selanikli hanedan ile modern bolşeviklerin emrindeki bir yönetimin AB’ye çalışma isteği ve takati elbette olmayacaktır. Aynı husus Almanya için de geçerli. Daha önceleri AB'nin lokomotifi vaziyetindeki Almanya; neocon ve neoliberallerin tasallutuyla belki de Avrupa Birliğine bugün için en büyük kötülüğü yapıyor. Aslen bolşevik olan bir kısım “din karşıtı” politikacıların Hıristiyan Demokrat Partiyi (CDU) işgali, bu menfî neticeyi husule getirmiş olmalı. Şu son “Avrupa Parlamentosu” seçimlerinin konuşmaları da birçok insanı şaşırtıyor. Geleneksel, muhafazakâr ve AB´nin dinamosu hükmündeki CDU; AB´yi dağıtma, küçültme ve daracık bir menfaat adası haline getirme yönünde fikir beyan ederken; Yeşiller ve Sosyal Demokratlar tam zıddına bir politika izliyorlar. AB aynı zamanda bir insanlık projesidir. En büyük insanlığın İslâmiyette olduğunu bilen Avrupalı AB taraftarları, netice itibariyle İslâma da sahip çıkıyorlar. İnsaniyeti ve insanî değerleri korumada İslâmiyetin ne denli tesirli ve kurtarıcı olduğunu zaman zaman gözleriyle de müşahede ediyorlar. Genel mânâda Amerika, Fransa ve bilmecburiye günmüz İngiliz siyasetlerinin İslâm birliğine taraf olmaları bu hakikate dayanıyor. Aileyi param parça, ahlâkı zîr ü zeber edip, cemiyeti barışa hasret hale getiren, çevreyi necasetiyle kirleten, tembel ve sefih, tebessüm ve sevgiden bîbehre çok dehşetli bir cereyanın “domuz gribinden” de sür'atli bir şekilde Batı cemiyetini sardığı şu zamanda, elbette ki cemiyetlerini ve nesillerini kurtarmak isteyen Avrupalılar İslâmiyetin çelik, sarsılmaz ve karşı hücumları tuz buz eden kal'asına sığınacaklardır. Netice olarak şu noktayı da belirtmiş olalım: Küçücük bir köye dönüşen dünyamızın Türkiye hanesinde Kemalistleri, siyasal İslâmcıları, ırkçıları, menfaatlerini milletin fakr u zaruretinde arayanları ve meşhur hanedanı istemeyenler de bir medeniyet projesi olan AB’ye her gün biraz daha yaklaşacaklardır. Dünyanın global anlamda barışa, sükûnete, ahlâka, çevre duyarlılığına ve aile bağlarına ne denli muhtaç olduğu ortada iken; insanî projelere, insanî değerlere, ye'cüc ve me'cüc olarak anılan anarşi ve terörün ilâcı olacak global barış projelerine Türkiye'nin bîgane kalma lüksü artık yoktur. 12.06.2009 E-Posta: [email protected] |