Mehtap YILDIRIM |
|
Nun dili |
Fatiha-i Şerife’nin tefsirinde Beşinci Kelime’de ‘nun’ harfinin bir mu’cizesini bildirmek için Üstadın kalbine bir suâl gelir: “Neden ‘E’abüdu... Estaiynü’ yani ‘Ben ibadet ve istiâne ederim’ denilmedi, nun-u mütekellim-i maalgayr ile, yani ‘Biz Sana ibadet ve istiane ederiz’ denilmiş?” Yani ‘nun’ harfinin getirilmesiyle birinci çoğul şahıs zamiri kullanılarak, ‘ben’ değil de ‘biz’ hâlini alıyor. Bunda elbette çok hikmetler vardır. Üstad Hazretleri de bu sırlı nun kapısından girerek, hayâlî bir yolculuğa çıkar. Bayezid Camii’nde namaz kılarken nun harfinin birbiri içinde perdeleri açılır kendisine. Birinci perdede “ihdinâ” yani “Bizi doğru yola ilet” dediği vakit oradaki herkesin bu duâya iştirak ederek aynı dâvâyı tasdik ettiklerine şahit olur. Tam o sırada ikinci bir perde açılır. İstanbul’un bütün camileri büyük bir Bayezid hükmüne geçer. Burada da nun sırrı ile her ferdin aynı dâvâya imza basması ve âmin demesi, her ferdin o şahs-ı mânevîye dâhil olarak ibadetini sunması ve bir şefaatçi sûretini alması üçüncü bir perdeyi açar. Bu perde ile İslâm âleminin büyük bir mescit hâline geldiğini görür. Bütün namaz kılan Müslümanların safları dairevî bir tarzda Kâbe’nin etrafındadır. Nun sırrı ile birbiri namına hem duâ ederler, hem birbirlerini tasdik ederler, hem birbirlerine şefaatçi olurlar. “Bu kadar azim bir cemaatin yolu, dâvâsı yanlış olamaz ve duâsı reddedilmez; şeytanî vesveseleri tart eder” diye düşünürken bir perde daha açılır. Bu perdede kâinat büyük bir cami, bütün mahlûkat ise büyük bir namazdadır. Her biri kendine mahsus dili ve ibadetiyle Cenâb-ı Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik eder, hem de birbirlerinin şehadetini desteklerler. Buradan da bir perde açılır. Büyük bir insan olan kâinat, içindeki mevcudatıyla, hâl ve kal lisanı ile Cenâb-ı Allah’ın rububiyetine karşı ubudiyetini gösterdiği gibi; küçük kâinat olan insanların vücudundaki zerreler, kuvveler, duygular dahi Hâlık’ının rububiyetine karşı nun harfinin sırrı ile çoğul olarak duâ ederler. “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz” (Fatiha Sûresi: 5) derler. Anlıyoruz ki, mevcudatın ortak dili “nun dili”dir. Yani hiçbir varlık “ben” demiyor, “biz” diyor. Umum nâmına hareket ediyor. Böylece kâinatta hiçbir karışıklık meydana gelmiyor. Hiçbir varlık ben dili ile hareket ederek diğerinin önüne geçmiyor, sınırlarını aşmıyor. Nun dilinde saygı var, tevazû var. Nezaket var, zerafet var, ölçü var. Nun dilinde bir buz parçası olan enâniyetini o büyük havuza atıp eriterek havuza dâhil olmak var. Ortak hareket etmek, bütünlük arz etmek var. Nun dili; dahil olmak, katılmak, şahit olmak demek. Desteklemek, kuvvetlendirmek, ispat etmek demek. Bu bir tek harfin ne kadar derin mânâlar ve sayısız sırlar taşıdığını, biz ancak doğrudan Kur’ân’dan süzülen Risâle-i Nur gibi mu’cizevî bir tefsirden öğrenebiliyoruz. Biz de hayalen Üstad Hazretleri ile birlikte nun kapısından girerek bir yolculuğa çıkabilsek kimbilir ne fikirler, ne sırlarla karşılaşacağız. 24.06.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (17.06.2009) - Tatili fırsata dönüştürmek (21.05.2009) - Kelebeğin dâvâsı (06.05.2009) - Zengin olmanın yolu |