M. Latif SALİHOĞLU |
|
Zıtlaşma başlıyor |
–Dünden devam–
Tarihen sabittir ki, büyük Fransız İhtilâli'nden sonra Batı ve Orta Avrupa'ya, oradan Balkanlar'a, oradan da Türkiye ve Anadolu coğrafyasına sirayet eden ırkçılık mânâsındaki milliyetçilik cereyanı, bizde Meşrûtiyetin ikinci senesinde ve öncelikle Türkçülük hareketini tetikleyerek tezahür etmiştir. Bunun zıt paralelindeki Kürtçülük hareketi ise, ondan ancak 9–10 yıl kadar sonra (1918), işgal altındaki İstanbul'da hayat bulabilmiştir. Burada şunu da hatırlatalım ki, sonradan Kürtçü olanlar, özellikle de Bedirhaniler, başlangıçta Jön Türklerin menfi ve komitacı grubu ile birlikte hareket ediyorlardı. Sultan II. Abdülhamid'in devrilmesinden sonra ise, bu kez ayrılıp birbirlerine düştüler. Evet, 1800'lü yılların sonlarında ortaya çıkan Jön Türklerin bir kolu hürriyetçi iken, bir diğer kolu Türkçü idi; yahut zamanla öyle oldu. Bu Türkçü kanat, daha sonraları ön plana çıkan ve 1908'den itibaren on yıl müddetle ülkenin mukadderatına hükmeden İttihat–Terakki Fırkası'na hakim oldu. Fırka, yönetim kademelerini tümüyle eline geçirdikten sonra, ülke genelinde bir Türkleştirme politikası gütmeye başladı. Esasında, Ermeni, Arap ve Kürt gruplar başta olmak üzere, gayr–i Türk pek çok unsurun örgütlenmesi, hatta şiddetli tahrik ile Türk milletinin aleyhine geçmesi, yine bu (Kürt Aşairi İskânı ve Ermeni tehciri gibi) Türkçü politikaların hayata geçirilmesinden sonra kuvvet bularak ivme kazanmıştır.
Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e milletçiliğin yatay geçişi
Burada şunu da bilhassa nazara vermek gerekir ki, İttihatçıların tahrikkâr Türkçülük politikaları, yeni kurulan Cumhuriyet hükümetlerinde, özellikle tek parti iktidarları zamanında da bütün katılığıyla aynen devam etmiştir. Dolayısıyla, Cumhuriyet tarihi içinde değişik zaman, zemin ve şekillerde ortaya çıkan Kürtçülük hareketlerini de, yine aynı ırkçı politikaların alerjik bir yan ürünü olarak görülebilir.. Can alıcı sorulardan biri şudur: Menfi milliyet, yani ırkçılık fikri bizde ne zaman başladı ve nasıl filizlendi? Bu soruya cevap teşkil edecek ve bu karanlık noktayı aydınlatacak önümüzde çok çarpıcı misâller bulunmaktadır. Bunlardan iki tanesini zikrederek konuya açıklık getirmeye çalışalım.. İkisinin de anahtar kelimesi "aksülamel" olan bu misâllerin birincisi, Kürt–Teali Cemiyetinin aktif üyelerinden Celadet Bedirhan'ın bizzat görüp yaşadıkları ve kendisini bu yola sevk eden sebeplerin en tesirlisinin hangisi olduğuyla alâkalı. İkinci misâl ise, Bediüzzaman Said Nursî'nin Kürt–Teali Cemiyetinin tuzağına düşen bir talebesini nasıl kurtarmaya çalıştığıyla ilgili. Şimdi, bu misâllerin detayına geçelim....
Birinci misâl: Bu misâl, önce Türkçülüğün (1909) ve onun ardından Kürtçülüğün (1918) boy göstermeye başladığı Meşrutiyet yıllarında yaşanan bir hadiseyle bağlantılıdır. Doz Yayınları arasında çıkan ve "Bir Kürt Aydınından Mustafa Kemal'e Mektup" isimli kitap, babası Kürt–Teali Cemiyetinin (1918) en aktif lider kadrosu içinde olan Celadet Ali Bedirhan'ın 1933'te Suriye'den Mustafa Kemal'e gönderdiği mektubu ihtiva etmektedir. 1922'den sonra vatan haini listesine dahil edildiği için, babası ve kardeşleriyle birlikte yurt dışına kaçan Celadet Bey, bu uzun mektubu Cumhuriyet'in 10. yılı münasebetiyle çıkarılacağı söylenen ve kendisine de haberi verilen "umumi af" vesilesiyle kaleme almış. Sonradan kitaplaşan bu mektup, hayret ve ibret yüklü ifadeler ve itiraflarla doludur. Kitabın takdim bölümünde yer alan şu ifadeler son derece dikkat çekicidir. "Doğduğu günden itibaren siyasetle iç içe yaşayan Celadet Bey'in siyasî kişiliğinin şekillenmesinde İttihat–Terakki hareketinin önemli bir yeri olmuştur. Geleneksel yönetim ve kültür anlayışlarına karşı (zıt) bir tutumla ortaya çıkan İttihatçı Hareketi, çeşitli milliyetlerden aydınların oluşturduğu renkli bir yapıya sahipti. Osmanlıcılık kavramında ifadesini bulan bu anlayış, daha sonra (1909'dan sonra) yerini giderek Türk milliyetçiliğine bırakmaya başladı. Bu da diğer milliyetlere mensup aydınların, bu hareketten uzaklaşmasına yol açtı. Osmanlıcılığın yerine Türk milliyetçiliğinin ikame edilmesi, diğer milliyetçilikleri de doğal olarak doğuruyordu. İşte, Kürt milliyetçiliğinin gelişimi de, bu tarihsel dönüşüme tekabül etmektedir. İttihat ve Terakki ile temeli atılan Türk milliyetçiliği, Kemalizm'de kurumlaşarak devletin resmî politikasına damgasını vurdu. Elinizdeki kitapta, Türk–İslâm sentezi görüşünün babalarından sayılan Gaspıralı İsmail'in bir konferansı ile ilgili Celadet Beyin bir hatırası, Türk milliyetçiliğinin bu dışlayıcı anlayışına ilginç bir örnek oluşturmaktadır."
(Yarın: Birinci misâlin devamı ile ikinci misâlin tamamı.) 24.06.2009 E-Posta: [email protected] |