M. Latif SALİHOĞLU |
|
İki öğünlü hayat |
Sabah, öğlen, akşam, yani günde üç öğün yemek yemenin yararlı mı, yoksa zararlı mı olduğunu, yıllar yılı araştırıp durduk. Sonunda, gerek tıbbî ve gerekse "Sünnet–i Seniyye" açısından günde üç öğün yemek yemenin hatalı ve zararlı bir beslenme tarzı olduğuna kesin kanaat getirerek "iki öğün"de karar kıldık. Ve, 1992'den bu yana, yani tam 17 senedir "iki öğünlü" bir hayata tâlim etmekteyiz. Şükürler olsun, bundan dolayı da herhangi bir sıkıntı yaşamadık. Kilomuzu, formumuzu aynen koruduğumuz gibi, mesleğimizi, hizmetimizi, ibadet ve sair işlerimizi de daha rahat bir şekilde idame ettirebilmekteyiz. Bu alışkanlığı arasıra bozmak mecburiyetinde kaldığımızda ise, illa ki bir sıkıntı yaşamakta, âdeta işlediğimiz hatanın saatlerce cezasını çekmekteyiz. Öte yandan, Sünnet–i Peygamberîye âzamî derece riayet eden Bediüzzaman Hazretlerinin hayatını ve beslenme tarzını bir de bu açıdan inceledik. Ayrıca, onun hayatta olan yakın talebe ve hizmetkârlarından birbirini tam teyid eden mâlumatlar aldık. Neticede kat'î sûrette öğrendik ki, Üstad Hazretleri de günde iki öğünle idare etmiş: Sabahları birkaç lokmalık kahvaltı ve bir de akşam yemeği. Ara öğünlerde ise, başta birer–ikişer bardak limonlu çay olmak üzere, arasıra sebze–meyve ile bazı kuruyemiş çeşitlerinden aldığı anlaşılıyor. Tabiî, o zâtın yaptığı gibi yapmak, yani aynen onunki kadar bir gıda miktarı ile beslenmek (ki, bazı günler bir tek yumurta ve 90 gramlık gıda ile besleniyor) her kişinin harcı değildir. Ama, yine de günde iki öğünlü bir beslenme alışkanlığını kazanmanın—özellikle 20'li yaşlardan sonra—hemen herkes için mümkün olduğunu bilgi ve tecrübeler ışığında ifade edebiliriz. Evet, Risâle–i Nur'da da ifade edildiği gibi, "akıl–gadap–şehvet" duyguları gibi, "yeme–içme–uyuma"nın da ifrat, tefrit ve vasat mertebeleri olup, irade kuvvetiyle bunları "vasat" çizgisinde tatbik etmek pekâlâ mümkün. Mevsim itibariyle, şu sıralar "okuma programları"nın âzamî derecede icra edildiği günleri yaşıyoruz. Kardeşlerimiz, sağolsunlar birçok yerden bizi de programlarına dâvet ediyorlar. Mümkün olduğunca, bu dâvetlere icabet etmeye çalışıyoruz. Gittiğimiz yerlerde ise, aynelyakîn, hatta hakkalyakîn derecede görüyoruz ki, iki öğünlü programların feyiz ve bereketi daha ziyadedir. Günde üç öğün ve daha fazla yemek yiyenler ise, yaşanan israf ve meşakkatler bir yana, insanlar adeta bir "yemek öğütme makinası"na dönüşüveriyorlar. Üstelik, bulaşık daha fazla, çöp ve kazurat daha fazla, rehavet daha fazla, masraf daha ziyade, işten kaytarmak da ziyade oluyor, vesselâm. Hâsılı, "İki öğünlü hayat, oh ne rahat" diyor ve bu tarz bir beslenme alışkanlığını herkese tavsiye ediyoruz.
Tarihin yorumu 17 Haziran 1921
Koçgiri isyanı
Millî Mücadelenin en kritik günlerinde (1921) yaşanan Koçgiri isyanı, sosyal yönüyle Şeyh Said (1925) ve Dersim Hadisesine (1937) benzemekle birlikte, siyasî yönü itibariyle farklı ve kendine has özellikler taşıyor. Üç aydan fazla devam eden ve 17 Haziran 1921'de nihayet bulan Koçgiri İsyanı, siyasî ve hukukî açıdan "Sevr Antlaşması"na dayandırılıyordu. Ecnebilerle İstanbul hükümeti arasında 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Antlaşmasına göre, İç Anadolu'nun cüz'î bir kısmı Müslüman Türklere bırakılıyor, Türkiye'nin geri bütün toprakları yabancı devletlere taksim ediliyordu. İşte, Dersim'in (Tunceli) Kuzey–Batı kesimini merkez alarak, Erzurum, Erzincan, Sivas, Elaziz, Malatya, Mardin ve Diyarbekir'e kadar uzanan geniş coğrafyada etkisini gösteren Koçgiri Hareketi de, Anadolu'nun bölünmesinden nasibini almak ve bu geniş mıntıkada bir "Kürt devleti" kurmak maksadıyla başlatıldı. Koçgiri, her ne kadar küçük bir aşiretin ismi olsa da, isyan hareketine ismini veren Koçgiri, esasında bir aşiretler topluluğunun müşterek hareketi hüviyetini taşıyordu. Koçgiri isyanına katılanların çoğunluğunu Kürt aşiretinin mensupları teşkil ediyordu. Kurmanci ve Zazaki konuşan bu aşiretlerin ekseriyeti, aynı zamanda Alevî olarak biliniyordu. Bundan dolayı, aynı isyana destek verenlerin içinde Dersimli Alevî Türklerin de yer aldığı rivayet ediliyor. Ama, sosyolojik yapısı ne şekilde olursa olsun, ortada bir siyasî hesabın olduğu muhakkak. Üstelik bu hesap, kabul edilmesi mümkün olmayan Sevr Muahedesine gidip dayanıyor. Ne var ki, isyan hareketini, siyasî ve diplomatik manevralarla daha insanî şekilde bitirmek mümkün iken, yeni Ankara hükümetinin anlaşılması zor tuhaf tutumu yüzünden bu isyan çok pahalıya mal oldu. Ankara tarafından, işin içine özellikle Topal Osman'ın sokulmasıyla birlikte, bölgede tam anlamıyla bir "kardeş kavgası" çıktı ve taraflardan binlerce insanın kanı—bir hiç uğruna—toprağa döküldü. Aylarca süren kanlı çatışmaların ardından, aşiretin liderlerinden Alişan Beyin 17 Haziran 1921'de yakalanmasıyla birlikte, isyan hareketi sona ermiş oldu. Yakalanan isyancıların çoğu, askerî mahkeme tarafından idam edildiler.
Üç–dört ay kadar süren ve 17 Haziran 1921'de sona eren Koçgiri İsyanı, binlerce vatan evlâdının hayatına mal oldu.
17.06.2009 E-Posta: [email protected] |