Suna DURMAZ |
|
Mısırlı artist Şems Barûdi’ye Fâtiha Sûresiyle gelen hidâyet |
Bir şeyin birden fazla isminin veya sıfatının bulunması, o şeyin ulvî değerlere sahip olduğuna delâlet eder. Kur’ân sarayının kapısını açan Fâtiha Sûresinin bir rivâyete göre 20 isim veya sıfatı vardır. Ümmü’l Kitâb, Ümme’l Kur’ân, el-Esâs, el-Vâfiye, el-Kenz, eş-Şifa, eş-Şâfiye, el-Kâfiye, Seb’ul Mesâni isimlerini Fâtiha Sûresinin en meşhur isimleri olarak zikredebiliriz. Bunlara ilâveten, geçenlerde bu mübârek sûrenin bir ismini daha öğrendim; o da, el-Hâdi. Yani, istikâmet yolunu gösteren. Hakikaten de; Fâtiha Sûresi, darda kalmışlara, yolunu şaşıranlara, gaflete dalıp zifiri karanlıklara düşenlere nurlu bir meş’aledir. Bu yazıda, Fâtiha Sûresinin el-Hâdi ismini öğrenmeme sebep olan olayı, daha doğrusu bize anlatılan bir hatırayı anlatacağım. Ben şahsen bu olaydan veya hatıradan ders aldım ve Fâtiha sûresini daha dikkatli okumaya gayret göstermeye başladım. Umarım sizlere de faydalı olur. İki hafta önce Srilankalı bir arkadaşımın evinde yapılan bir sohbete katıldım. Sohbeti yapan Mısırlı hanım yanında bir konuk getirmişti. Sohbet bittikten sonra, “Arkadaşlar size tanıtacağım bu arkadaş, altmışlı yıllarda Mısır’da açık-saçık filmlerle meşhur olan sinema artisti Şems Barûdi’nin hidâyetine sebep olmuştur. Bunu bana Şems Barûdi’nin kendisi söyledi. Kuveyt’te oturduğumu öğrenince “Hidâyetime sebep olan Arva da Kuveyt’te oturuyor. Adresini vereyim de onunla görüş” dedi. Ben de, bu güzel hatırayı anlatsın diye Arva’yı sizlere getirdim.” Arva: “Öncelikle hidâyeti veren yüce Rabbimizdir. Biz sadece sebep olduk, o kadar. Ben küçük iken, babam daima şu sözü tekrarlardı: ”Yavrum, Allah rızasını hayırlı amellerde saklamıştır. Hayırlı olan amellerden hiç birini küçük görme. En ufak bir amel seni Cennete götürebilir. Gadabını da, kötü ameller içinde gizlemiştir. Kötü olan hiç bir ameli küçük görme. ‘Ne önemi var’ dersin ama, o küçücük saydığın amel seni Cehenneme götürür. Velilerini de kullarının içinde gizlemiştir. Hiç bir insanı hakir görme. Hakir gördüğün insan Allah’ın çok sevdiği veli kulu olabilir.” Babamın bu nasihati, hayatımın her anında bana mürşid olmuştur. Şems Barûdi’nin hidayetine sebep olmam da bu sözlerin irşâdiyle olmuştur. Bir defasında Umre’ye gitmiştim. Önce Medine’ye gittim. Mescid-i Nebevi’de namaz kılarken arkamdan ağlama sesi işittim. Dönüp bakınca ağlayan kişinin Şems Barûdi olduğunu gördüm. Ona hiç bir şey söylemeden kıbleye döndüm ve ”Ya Rab! Şems’in hidâyeti benim elimle olsun. Ne olur Ya Rab! Duamı kabul et” diye yalvardım. O gün Mekke’ye gideceğimi bile bile Şems’in hidâyetine sebep olmam için israrla dua etmeye devam ettim. Mekke’ye gittikten bir kaç gün sonra, bir de baktım Şems yanımda. “Fe Sübhanallah! Bunda muhakkak bir hayır var” dedim. Şems’e yakınlaşmanın yollarını aradım. Aklıma Kur’ân-ı Kerim geldi. Şems’e “Benim ezber dersim var. Birine dinletmem lâzım. Acaba siz Kur’ân’dan beni takip edebilir misiniz” dedim. O da “Tabii ki niye olmasın?” diye cevap verdi. Böylece arkadaş olduk. Her gün Harem’de buluşuyor, beraberce Kur’ân okuyorduk. Bir defasında “Şems Mısır’a dönünce kapanacak mısın?” diye sordum. Şems “İsterim, ama kapanamam. Kapanırsam, parayı görünce dayanamam açılırım diye korkuyorum“ diye cevap verdi. Arva: ”Dua et!” Şems: ”Benim duam kabul olur mu!?” Arva: ”Niye olmasın!? Namaz kılıyorsun. Bak, bakalım günde kaç defa Fatiha okuyorsun? Tam 38 defa okuyorsun. Fâtihada bak ne deniyor: Çok acıyan anlamında olan “Errahmân ve Errahîm” deniyor. Rahmân ve Rahîm olan, kullarının duasını kabul etmez mi hiç! Şems: “Benim duam kabul olmuyor.” Arva: “O halde bir aksilik var. Bak aynı sûrede “İyyâke Na’budu ve İyyâke Neste’în” deniyor. Tekil şahıs zamiri olan “Ene” kullanılmayıp cemaate işaret eden “Na” kullanılmış. Yani “Yalnız Sana kulluk ederim ve Sen’den yardım alırım ” değil de, “Yalnız Sana kulluk ederiz ve Sen’den yardım alırız” denmiş. Bunda bir hikmet yok mu? Bir düşün bakalım...” Arva: ”Tek başına namaz kıldığında dahi bir cemaatin (müminler ve melekler) parçası olduğunu manen düşünmen lâzım. Efendimiz Aleyhisalâtü vesselam; bir Hadis-i Kudsîde, Fâtiha Sûresinin ilk 3 âyetinin Cenab-ı Hakka mahsus olduğunu, “İyyake Na’budu ve İyyake Nestaîn“ âyetinin ise Allah ve kul arasında olduğunu, Rahman ve Rahim olan Allahu Teâla’nın “Bu kelimenin ilki bana, ikincisi kuluma aittir. Ve kuluma ait olan isteği verilecektir” diye buyurduğunu söylüyor.” Şems: ”Nasıl yani?” Arva: “Yani senin gibi düşünen insanlarla beraber ol. Onlarla beraber kulluk yap. Allah bizi cemaat olmaya davet ediyor. Gün de 5 vakit kılınan namazlarımızı cemaatle kılmamızı istiyor. Cuma namazı, bayram namazı, Ramazan orucu, Hac hep cemaatle yapılıyor. Kulluk konusunda sana yardımcı olacak arkadaş bulman lazım. Dindar olan hiç arkadaşın yok mu?” Şems: “Şuan içinde bulunduğum sanat çevresinde yok. Ama lisede okurken bir arkadaşım vardı. O dindardı. Belki onu bulabilirim.” Arva: ”Hârika! O arkadaşını hemen bul. Beraberce bir ders başlatın. Ezher şeyhlerinden birini evine davet et. Dersleri o yapsın. İçinde dine karşı muhabbet besleyen arkadaşlarını davet et bu derse. Senden gayret, tevfikte Allah’tan. Gör bakalım neler olacak! Bana öyle geliyor ki, önce kendin doğru yola kavuşacaksın; sonra da, bir çok sanatçının hidâyete kavuşmasına sebep olacaksın.” Arva: Şems’le olan hatıram kısaca böyle. Şems benim kendine nasihat ettiğim gibi, Umre dönüşünde evinde tefsir dersleri başlattı. Ve bu derslere bir çok sanatçının katılmasını sağladı. Çok geçmeden de örtünüp sanat faliyetlerini bıraktı. Kendini dini ve içtimâi hizmetlere adayarak bir çok sanatçıya güzel örnek oldu.” 28.06.2009 E-Posta: [email protected]@hotmail.com |