Cevher İLHAN |
|
“Belge” anaforunda darbecilerin yargılanması |
Darbeleri ve darbecileri “irtica” çarptı. Hâlâ mâhiyetine hukukî bir teşhis konulamayan “irtica ile mücadele eylem plânı belgesi”nin yoğun tartışmaların, “darbelerin ve darbecilerin yargılanması” vetiresine gelmesi, hayra alâmet! “Gizli belge”nin kimler tarafından hazırlandığı araştırmaları elbette devam etmeli. Bu açıdan adlî yargı, sonuna kadar gitmeli; şimdiye kadar yeterli delil bulunmamış olması soruşturmanın bittiği anlamına gelmemeli. “Belge”nin sivil yargıda etraflıca ele alınması ve hangi mahfillerce imal edildiği ortaya çıkarılmalı. Öncelikle örtbas edilmeden “Ergenekon” kapsamına alınarak bağımsız sivil mahkemelerce soruşturmalı. Vicdanları tatmin eden bir sonuca mutlaka ulaşılmalı; kamuoyu oyalanmamalı. Zira “irtica belgesi” üzerinden karşılıklı “karalama kampanyası”nın ve “psikolojik savaş”ın yürütülmesine fırsat verdirilmeden gerçeğin ortaya çıkarılması demokrasi ve hukuk devleti açısından fevkalâde ehemmiyetli. Ne var ki “belge” tartışmalarıyla ortaya çıkan darbelerin ve darbelerin yargılanması fırsatı da o derece ehemmiyet arzediyor. Bu “fırsat” konjonktürel siyasî anaforda güme getirilmemeli…
ÖNEMLİ BİR ADIM Bunun içindir ki Anamuhalefet Partisi Grup Başkanvekillerinin darbecilerin yargılanmasının önündeki Anayasanın Geçici 15. madde engelinin kaldırılması önerisi oldukça önemli bir adım. AB müzâkere sürecindeki Türkiye’nin büyük bir ayıbı olarak duran, darbeyi ve darbecileri koruyup kollayan bu maddenin kaldırılması için yapılan ciddî teklife iktidar partisi önce ümit verdi. Fakat hemen peşinden “bütün darbeler kalıntılarının Anayasa’dan ayıklanması” şartının koşulması ve Başbakan’ın Baykal’ın, 12 Eylül askerî müdahalesini yapanların yargılanmasına ilişkin sözleriyle ilgili garip bir biçimde “Kusura bakmasınlar, AK Parti bu tür yaklaşımların içerisinde değil. Bu tür sulu şakalara da biz gelmeyiz. Biz ciddî yaklaşımlar bekliyoruz” demesi, daha baştan fırsatı berhava etmeye sürükledi. Başbakan Erdoğan’ın Arnavutluk’a hareketinden önce, “Yaklaşımlar böyle olunca bu çalışmanın içerisine girmek sadece zamanı boşa harcamaktır; biz mevcut anayasayla gitmek durumunda kalacağız” demesi, “yeni anayasa” ile birlikte Türkiye’de darbelerin ve darbecilerin yargılanmasını da yine bir başka bahara erteledi. Oysa Darbelerin ve darbecilerin yargılanması, siyasî atışmalara fedâ edilmeyecek kadar demokrasinin olmazsa olmaz gereği. CHP’nin salt 12 Eylül’ü yargılama teklifi şüphesiz demokratik bir anayasa ve hukuk devleti için yetersiz. Lâkin AKP’nin bu “ciddî dâvet”e toptan karşı çıkmak ya da “ille de Anayasa’daki bütün darbe kalıntılarını temizleme” şartını koşmak yerine, anamuhalefetin bu önerisinden başlaması, demokrasinin kazanımı olurdu. “Senin darben-benim darbem, sana karşı-bana karşı darbe” demeden, darbeleri ayırmadan, 27 Mayıs’tan, 12 Mart’a, 12 Eylül’den 28 Şubat’a, bütün darbeler, darbe teşebbüsleri, darbeye ortam hazırlamalar ve darbecilik zihniyeti bir bir yargılanmalı.
DARBECİLER “BİLİRKİŞİ” DEĞİL, SANIK Samimiyet hepsine karşı duruşu gerektirir. Ancak bütünü elde etmek sâikiyle en azından 27 yıldır Anayasa’da bir “yüz karası” olarak duran, darbe dönemi tasarrufları sorgulamayı yasaklayan ve yargılanmalarına engel olan sözkonusu “geçici madde”nin tasfiyesi yabana atılmamalı. Gerçi geç kalındı. DP Genel Başkanı Cindoruk’un da belirttiği gibi, Azrail 15. maddede gerekli temizliği Meclis’ten önce yaptı. 12 Eylül’den kala kala bir tek “Pinoşe” olarak nitelenen 92 yaşındaki darbe lideri Evren Paşa kaldı. Ancak, ortada “darbeciler” kalmazsa da “darbe zihniyeti”nin yargılanması, “darbeciliğin” cezalandırılması ve darbeye mâruz kalan millet irâdesinin temsilcisi Meclislere, meşru hükûmetlere yapılan onca ithama ve muameleye mukabil yarım asır sonra da olsa iâde-i itibarın millet adına yargı yoluyla temini, Türkiye’deki demokrasi için önemli bir adım olur. Darbe ortamının olgunlaşması tertiplerinin, milyonlarca mağdurun, hapis ve işkence görmüş, hak ve hürriyetleri gasbedilmiş yüzbinlerin hesabı sorulmalı… Bizzat mimarlarınca “postmodern darbe” olduğu itiraf edilen 28 Şubat’ta “demokrasiye balans ayarı” yaftasıyla Meclis’e ve demokrasiye “gözdağı” vermek için tankları sokaklarda yürütenlerin “ne tanık, ne sanık” olarak sessiz sedasız savcılara “ifâdeleri”yle kalınmamalı. 12 Eylül’den 28 Şubat’a bütün darbeler ve darbeciler “Ergenekon iddianâmesi”nin içine alınıp yargılanmalı. Âdeta birer “darbe bilirkişisi” gibi “bilgileri”ne başvurulmanın ötesinde, darbeleri dayatan “sanıklar” olarak adaletin huzuruna çıkarılmalılar… Darbelerin sorgulanmasına 12 Eylül’den başlanabilir… 27.06.2009 E-Posta: [email protected] |