Cevher İLHAN |
|
Çare demokratik anayasa… |
“Gizli belge” tartışmaları, Türkiye’de hep ötelenen demokratikleşme ve “yeni anayasa” tartışmalarını gündeme getirdi. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en baş engelin, geniş bir meşruiyet zemininden yoksun “12 Eylül darbe anayasası” olduğu bir defa daha te’yid edildi. Doğrusu daha evvel “dibâce”sindeki ihtilâlin “milletin çağrısıyla yapıldığı” garâbeti çıkarılsa da hâlâ ilk paragrafında, ölümünden 71 yıl sonra “ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda” cümlesiyle başlayan ve “hiçbir faaliyetin Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliği karşısında koruma göremeyeceği” açık açık yazılan “başlangıç”la başlayan bir “anayasa” ile demokratikleşmenin olamayacağı ortada. Aslında kişi ideolojisinin tartışmasız dogma olarak “referans” alındığı bir anayasanın daha baştan “millet irâdesinin mutlak üstünlüğü”nden, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu”ndan, “hürriyetçi demokrasinin icâplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni”nden dem vurması, bir komedi. Gerçekten Dr. Theo Sommer’in tespitiyle, “Kişiye tapma ve ‘ölümsüz önder, eşsiz kahraman’ gibi tumturaklı açıklamaların anayasa metnine kadar girdiği” hangi demokratik anayasa var? “Devlet kurucusunun ibâdet şeklinde sunulan özdeyişlerinin ve ruhu öldüren ideolojinin okul kitaplarında yer aldığı” ve âdeta “kişiyi ilâhlaştıran nitelemeler”e hangi demokratik ülkede rastlanır? (Die Zeit, Atatürk Devrimleri, Kemalizmin Dünü, Bugünü ve Yarını, 138-142)
HÂLÂ DARBECİLER KORUNUP KOLLANIYOR Şu anayasaya bakın; “yasama yetkisi Türk milleti adına TBMM’nindir, bu yetki devredilemez” denilen ve “egemenliğin kullanılmasının hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı”nın belirtildiği 7. maddesinden önceki “egemenlik” maddesinde, “Egemenlik kayıtsız – şartsız milletindir” cümlesinin peşine “milletin egemenliği yetkili organlar eliyle kullanır” çelişkisi ardı ardına duruyor. “İnkılâp kanunlarının korunması” başlığı altında “harf inkılâbı”ndan, kadük “şapka iktisaı”ndan, “tekke ve zâviyelerle türbelerin seddine ve türbadarlıklar ile bir takım unvanların (bey, paşa, efendi) men (yasaklanması) ve ilgâsına (kaldırıldığına) dair “devrim kanunları”, yine bu anayasanın 174. maddesinde koruma ve kollama altında. Üstelik “Cumhuriyetin laiklik niteliğini koruma amacının güdüldüğü” belirtilen sözkonusu “devrim kanunlarındaki hükümler”in “Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı ve yorumlanamayacağı(!)” kaydı maddenin başına konulmuş. Keza silâh zoruyla millet irâdesinin temsilcisi Meclisi kapatıp, meşru hükûmeti deviren ve anayasayı ilgâ eden 12 Eylül darbesini dayatan darbecileri ve darbe tasarruflarını koruyup kollayan maddeler hâlâ yürürlükte. İhtilâlcilerin oluşturduğu “Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükûmetlerin, (atadığı) Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz” denilen anayasanın “geçici 15. maddesi” 29 yıldır kaldırılmış değil, uygulanıyor… Anayasa değişikliği bir tarafa, “Ergenekon iddianâmesi”nde yer alan “darbe günlükleri”, “andıçlar” ve “gizli belegeler”le gündeme gelen ve her defasında darbelere ve demokrasiye müdahâlelerine “gerekçe” gösterilen “Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” şeklindeki “TSK İç Hizmet Kanunu”nun 35. maddesi bile düzeltilmemiş… Gelinen noktada “gizli belge” tartışmaları ortasında Başbakan partisinin İzmir il kongresinde, “TBMM’yi millet irâdesi dışında hiçbir güç yönlendiremez” diyor; altı buçuk yıldır demokratik kültürün Türkiye’ye yerleşmesi için samimi mücadele ettiklerini ve demokrasinin kalitesini arttırma gayreti içinde olduklarını iddia ediyor; lâkin ciddî bir gayret görülmüyor. “Milletin irâdesi üstünde hiçbir güç, hiçbir vesâyet yoktur” diye konuşuyor; fakat “vesâyetli demokrasi” devam ediyor… Bilindiği gibi daha önce “yeni anayasa”yı rafa kaldırıp sivil toplum kuruluşlarına havale ettiklerini Başbakan Yardımcısı ve Hükûmet Sözcüsü Cemil Çiçek bizzat açıklamıştı. Devamında, 20-30 madde olarak hazırlanan “mini paket”in “açık indirim”le 10 maddeye kadar düşürülüp “mini mini paket”e dönüştürüldüğü duyurulmuştu… Ne var ki, bugüne kadar, 16 kez değişen, 70 maddesi değiştirilen ve “yamalı bohça”ya dönüşen anayasanın bu tür yamalarla düzeltilmeyeceği ve sistemin demokratikleşmeyeceğini iktidar partisi mensupları da ikrar ediyorlar. Buna rağmen, anlaşılmaz bir demokratik irâde zafiyetiyle, yedi yıldır her seçim öncesinde meydanlarda ve hükûmet programında söz verdiği halde, “yeni anayasa”yı rafa kaldıran ve birkaç “mini paketler”e indirgeyen AKP iktidarı, sözkonusu temel düzenlemeleri peşinen gündem dışı bırakıyor. AKP iktidarı, “gizli belge” ve demokrasi dışı müdahâlelerden samimî şikâyetçi ise, öncelikle toplumsal uzlaşma ile yeni bir anayasa yapmalı. Yoksa Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk’un ifâdesiyle hâlâ “aslı” bulunmayan belge üzerinde “boşuna nefes tüketilmesi” bir işe yaramaz… 23.06.2009 E-Posta: [email protected] |