Cevher İLHAN |
|
Çarpık ve yasaklı “sınav sistemi” |
Geçtiğimiz hafta SBS ve ÖSS sınavları yapıldı. Eğitim camiası ve öğrenciler daha ilköğretim 6., 7. ve 8. sınıflardaki “seviye belirleme sınavı”na alışmamışken, soruların müfredatla uyumsuzluğu ve doğru cevapları üzerinde başlayan tartışmalar ortasında sınav şeklinin bir defa daha değiştirileceği ve hatta eski usûle dönüleceği söylentileri, Millî Eğitim’in OKS yerine ikame ettiği yeni “sınav sistemi”ndeki ciddî arızaları su yüzüne çıkardı. Sınav stresini azaltmak ve sözde öğrencileri özel dershanelere bağımlı olmaktan kurtarıp okula bağlamak amacıyla hazırlanan “yeni sistem” de tam tersi sonuç vermekte. Sistemin, milyonlarca öğrenciyi daha “ortaokul” birinci sınıfında bir yarış atı misâli sınav tedirginliğine soktuğu eğitimcilerce ifâde edilmekte. Okul dersleriyle yılsonu SBS arasında sıkışan öğrenciler, okulda başarılı olma telâşıyla âdeta paralanmakta. İfrat ve tefritler tezadında bir türlü denge tutturulamamakta. Kısacası önceki Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, “önce bir oturması lâzım” dediği sistemin oturmadığı, daha da çıkmaza girdiği görülmekte. Diğer yandan “özel dershaneler”in sayısı okulların sayısını geçmekte. Bütün resmî demeçlere mukabil, “sistem”in “özel dershaneleri” âdeta okulların yanısıra “zorunlu” hale getirmesi, vatandaşlık haklarının başında gelen ve anayasada teminat altına alınan eşit “eğitim hakkı”nı zedelemekte. “Dershanecilik sektörü”nün “eğim kurumları”nın yerini almasına sebebiyet verdirmekte. Orta öğrenimi bir nevi “paralı” duruma düşürmekte. Yine Başbakan’ın şikâyetçi olduğu “özel dershanelerin ve var eden sebeplerin ortadan kaldırılması plânı” çalışmalarından hâlâ bir sonuç çıkmadığı müşâhede edilmekte...
ÖSYM’NİN “BAŞI AÇIK GELİN” UYARISI! Özetle Türkiye’de eğitim sisteminin önemli bir parçası olan çarpık “sınav sistemi” dökülmekte; milyonlarca öğrencinin geleceği yanlış “sistem”den doğrudan etkilenmekte… Ne var ki bu önemli mesele siyasî atışmalar arenasında Türkiye’nin gündeminde değil. Bu husustaki “bakanlık çalışması”ndan da haber yok… Bu arada eğitim sisteminin onca sorunu dururken siyasî iktidarın yedi yıldır âdeta bir komediye dönüşen “üniversite sınavında başörtüsü yasağı” devam etmesi, hükümetin âdeta demokratik eğitim karnesi olmakta. Her ÖSS öncesinde, “sınav öncesi dinlenin, açık alanlarda gezin, sınava erken gelin” tavsiyeleri ve “ sınavda cep telefonu yasağı”nın yanısıra yapılan “Başı açık gelin!” uyarısı, her yıl da tekrarlanmakta… ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Yarımağan’ın sınava girecek adaylara öneri ve uyarıları arasında özellikle “başörtüsü yasağı”nı sayması, “sınav yönergesi”nde “yasağın” klâsiğe dönüşmesi, bir buçuk milyon öğrencinin girdiği ÖSS’de daha baştan “ayırımcılığın” tescili olmakta. Daha da vâhimi, inancı gereği başını örten yüz binlerce öğrenciyi, özgür olduğu inancının gereğini yaşamakla eğitim hakkını kullanma tercihiyle karşı karşıya bıraktırmakta. Eğitim hakkını inanç hakkıyla takas etme garâbeti sergilenmekte. Bu “yasak” uygulaması, şüphesiz Millî Eğitim Bakanlığı’nın, “Merkezî Sınav Yönetmeliği”nin 11. maddesindeki, “Tüm sınav görevlilerinin, yürürlükteki mevzuata uygun kılık ve kıyafet ile görevlerine gelmeleri, örgün ilk ve orta öğretim kurumlarında öğrenim gören adayların merkezi sistem sınavlarına başı açık, temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle girmelerini sağlamak” cümlesinden kaynaklanmakta. Metindeki “başı açık” ibaresinin çıkarılmasının Danıştay’ca “iptal” edilmesinden ortaya çıkmakta. Güya “gerekçe” bu…
HÜKÛMETİN YASAKÇILARIN “GEREKÇELERİ”NE KATILMASI Aslında sıkıntı, yasaların rağmına bir türlü düzeltilmeyen bu “yönetmelik”ten türemekte. Belli ki AKP siyasî iktidarı, Türkiye’deki başörtüsü yasağının kanunlara aykırı olduğu, kadınların kılık ve kıyafetini düzenleyen hiçbir mevzuatın bulunmadığı gereğine sahip çıkamamakta. Daha da garibi, yasakçıların “gerekçeleri”yle konuya bakmakta. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasaya aykırı olarak başörtüsünü “gerekçe”yle yasaklamasını “yasal yasak” gibi görmekte. AKP’nin daha önce “yasal engel var” diye başörtülü milletvekili adayı kabul etmeyişi, başörtülü belediye meclisi üyelerinin bizzat iktidar partisi mensubu belediye başkanlarınca “yasalara aykırı” diye toplantılara alınmayışları, başkan eşlerinin sırf törenlere katılmak için “yasa gereği” diyerek başlarını açmaları, hep bu kırılmanın tezâhürleri… AKP hükümetinin, “Leyla Şahin davası”nda AİHM’e gönderdiği “hükûmet savunması”nda da yasakçıların başörtüsünü “laikliğe aykırı, siyasî sembol ve gerginlik sebebi” saymasını onaylaması; YÖK’ün ve üniversitelerin yasadışı “tâlimat” ve “yönergeler”le başörtüsünü tepeden yasaklamasının “Türkiye’deki mevzuata uygun” olduğunu bildirmesi de bu kırılmanın neticesi… Gerçekten hükümet, devletin dinle ilgili yegâne anayasal kurumu olan Diyanet’in “başörtünün Allah’ın emri dinî bir vecîbe” ve “İslâm’da inancını yaşamanın gereği” olduğunu neden Strasbourg’a bildirmez de yasakçı YÖK’ün “gerekçeleri”ne katılır? Siyasî iktidarın başörtüsü konusunda anayasayı değiştirmesine, yasa çıkarmasına gerek yok. Zira başörtüsünü yasaklayan bir yasa ve yasak yok. Gerçekte öğrencilerin ve sınava gireceklerin tabi olduğu bir “kılık ve kıyafet mevzuatı” da yok… Evvela bu gerçek üzerinde demokratik irâde ve direnç göstermeli… 16.06.2009 E-Posta: [email protected] |